Ağustos 2016

9 Ağustos 2016 Salı

Bir Bölümcük daha Angoria


Evet Angoria Geldi bir bölüm ama olsun sizi bir nebze atg'den sonra keser ha?

Birde şuan elimde pmg var ancak düzenlenmedi düzenlenince onuda yükleyeceğim bu sayfaya o yüzden F5 leri eksik etmeyin ve beni yeni tarikat lideriniz seçin :D

Angoria Bölüm 16 için Buradaki bağlantıya tıklayabilirsiniz.

Angoria Bölüm 17 için Buradan bağlantıya tıklayabilirsiniz

Pmg Bölüm 59 için ise Ha buradan tıklayarak ulaşabilirsiniz




Keyifli okumalar

7 Ağustos 2016 Pazar

6 Ağustos 2016 Cumartesi

DD- Bölüm 64


DD- Bölüm 64: Hayaller ve olaylar.


Selam millet Mete karşınızda, uzun bir aradan sonra bizim yazar tekrar bizi yazmayı akılSarayın içerisinde ilerledikçe desenler değişmeye başlıyor sadelik kendisini lükse bırakıyor, etrafı süsleyen sandalyeler altın ve elmas kaplamalı sürahi ve kadehler, devasa boyutlarda nadide tablolar ile çevrelenmiş duvarlar... Bir miktar daha ilerliyorum sarayın içerisinde esasen bir miktar değil ama... Sarayın en sonunda ise koca bir... Evvet Metemiz bu tür hayalleri kurakoysun biz Ankara içerisinde bir başka noktaya ilerleyelim. Esasen fazla uzağa değil aynı köy içerisinde bir başka eve, hazır başlamışken de bir kaç gün geriye gidelim... “Selim abi, sence de artık dışarıya çıkmamız gerekmez mi? “ “ Neden çıkalım ki? Gereksiz. “ “ Nasıl gereksiz olsun Selim!! Çıldırdın mı? Ne yiyip ne içicez!!! Çocuklar açlıktan kıvranmak üzere. “ Bunu dedikten sonra Selim çenesini ve “ Tekrar söylüyorum, bizim çıkmamıza gerek yok. Onu Cevdet'e söyleyeceğiz, unuttunuz mu? Borcu dağları geçti...” Etrafındaki insanlar bu sözcüklerden sonra istemsiz olarak sırıtmaya başladılar. Birisi kendisini o kadar çok kaptırmıştı ki, Yeşilçam filmlerinin kötü adam rolünü sanki kendisi oynuyor gibi kahkaha atmaya koyulmuştu. Selim çenesini ovuşturmuş ve ortada çatırdamakta olan ateşin sesi ile birlikte düşünmeye başlamıştı. Ateşin ısısı yanaklarına değiyor ve istemsiz olarak terliyordu. Kafasında yer yer kelleşmiş olan saçlarını ovuşturmuş ve planını kurmuştu. Bakışlarını etrafındakilere yönlendiren Selim, “ şuan bir çocuğa ev yapmak ile uğraşıyor değil mi? “ diye sormuştu. İçlerinde en genç olan kişi elini kaldırmış ve “ aynen çocuğun tekine sıfır ev yapıyor. Hayır bakan çocuğu sanki çocuk, biz ev yapalım dediğinde kılını bile ihtiyar
 
edebildi. Kung Lao’nun aşkına yanıp tutuşan yazara bir trip bir hakaret ederek tekrar bana bağlanmasını sağladım. Bok yiyisin Kung Lao!!


Bu kadar isyandan sanırım yeterli olacaktır. O zaman konumuza dönelim…


***
Ev yapımına başladığımızda ne yalan söyleyeyim hızlıca biteceğini düşünmüştüm. Sonuçta ufacık bir kulübe ne kadar uğraştırabilir ki? Değil mi? Ancak bu şekilde uzun süreceğini hiç ama hiç düşünmemiştim. Tamam ev yapacağımı söyledikten sonra tam üç gün boyunca sıkıca çalıştım. Yani şöyle çalıştım ama kızlar gelirse onlara yönelmeyi de ihmal etmedim.


Sahi şimdi aklıma geldi de, bizim vampir kız… Neydi adı… Her neyse, nerede ki acaba? Onunla konuşmak da iyiydi aslında.


Üç gün boyunca canım çıkana kadar çalıştıktan ve elime sadece ev diyebileceğim bir temel ve dört kirişten meydana gelen bir yer çıkınca (duvarlar bile yok siz düşünün!! Oha 4. duvar içinde 4. duvar mı oluyor şimdi bu ? ) en sonunda ‘’Sokarım ulan böyle işe!!’’ dedim ve yaktım cuaramı bu arada iki dal cuara borcum olan şahıs al buyur borcum borcdur merak etme marlboro yok ama idare edicen artık. Cuaramdan çıkan duman ile birlikte daire çıkartıp etrafı incelemeye koyuldum.


Bu arada kan ihtiyacı ciddi ölçüde sıkıntı bir şey, onuda etraftaki hayvanları delik deşik ederek karşılıyoruz ama daha ne kadar idare eder beni inanın bilmiyorum. Sünger gibiyim şerefsizim, öyle ki karnımı doyurduğumda bir hayvan ölme noktasına geliyor anında…


Garip ihtiyar da ev yaptığımdan ötürü benim ile birlikte çalışmaya başlamış ve son kuvveti ile çalışmayı sürdürüyor. Arada yardım ediyorum tabi ki o kadar da hayvan değiliz lan !!

Her neyse işte aradan bir hafta falan geçti ki ancak şuan ki konumunu alabildi. Sonrasında ise malum hali aldığında sinirlendim ve yaktım bir cugarayı.

Neden bilmiyorum ama içimde garip bir his var, nasıl desem kesin bir boklar olacak biliyorum. Neyse şimdilik sigaram ile keyif çekmeye devam edeyim en iyisi

Altında uzunluğu meh derecede, susuzluktan korumak üzere, yer yer sarılaşmış çimenler durmakta bu çimenleri elim ile sıkıyorum bir yandan da hayallere dalmaya başlıyorum.

Gökyüzünün tamamen açık olduğu, yağmurun bitip yerini harika gökkuşaklarına bıraktığı, batıdan esen ılık ve rahatlatıcı rüzgarın saçlarıma nüfus edip dalgalandırdığı, dünyevi yaşamın köküne kadar hissedildiği, ve yanımda dillere destan kadınların olduğu....

Ardından kendimi bir anda ucu bucağı olmayan bir sarayın içerisinde buluyorum kendimi, kristallerin içerisinde kendinden emin bir şekilde yanan Işıklar, gösterişli ile adım atmaya korkacağın halılar,  öylesine içten ve sıcak aynı zamanda bir o kadar da kafa karıştırıcı duvar motifleri... Öylesine karışık ki her karesinde ayrı bir olgu çıkarabilecek muazzamlıkta.

Sarayın içerisinde ilerledikçe desenler değişmeye başlıyor sadelik kendisini lükse bırakıyor, etrafı süsleyen sandalyeler altın ve elmas kaplamalı sürahi ve kadehler,  devasa boyutlarda nadide tablolar ile çevrelenmiş duvarlar...

Bir miktar daha ilerliyorum sarayın içerisinde esasen bir miktar değil ama... Sarayın en sonunda ise koca bir...

Evvet Metemiz bu tür hayalleri kurakoysun biz Ankara içerisinde bir başka noktaya ilerleyelim. Esasen fazla uzağa değil aynı köy içerisinde bir başka eve, hazır başlamışken de bir kaç gün geriye gidelim...


“Selim abi, sence de artık dışarıya çıkmamız gerekmez mi? “
“ Neden çıkalım ki? Gereksiz. “
“ Nasıl gereksiz olsun Selim!! Çıldırdın mı?  Ne yiyip ne içicez!!!  Çocuklar açlıktan kıvranmak üzere. “
Bunu dedikten sonra Selim çenesini ve “ Tekrar söylüyorum, bizim çıkmamıza gerek yok. Onu Cevdet'e söyleyeceğiz, unuttunuz mu? Borcu dağları geçti...”

Etrafındaki insanlar bu sözcüklerden sonra istemsiz olarak sırıtmaya başladılar. Birisi kendisini o kadar çok kaptırmıştı ki, Yeşilçam filmlerinin kötü adam rolünü sanki kendisi oynuyor gibi kahkaha atmaya koyulmuştu.

Selim çenesini ovuşturmuş ve ortada çatırdamakta olan ateşin sesi ile birlikte düşünmeye başlamıştı. Ateşin ısısı yanaklarına değiyor ve istemsiz olarak terliyordu. Kafasında yer yer kelleşmiş olan saçlarını ovuşturmuş ve planını kurmuştu. Bakışlarını etrafındakilere yönlendiren Selim, “ şuan bir çocuğa ev yapmak ile uğraşıyor değil mi? “ diye sormuştu.

İçlerinde en genç olan kişi elini kaldırmış ve “ aynen çocuğun tekine sıfır ev yapıyor. Hayır bakan çocuğu sanki çocuk, biz ev yapalım dediğinde kılını bile ihtiyar, söz konusu o olduğunda yerinde duramıyor. ‘’ demişti.


Selim ellerini birbirine ovuşturdu. Elleri yıkanmamaktan o kadar kirliydi ki, avuç ilerinde siyah uzun iplikler ortaya çıkmıştı, daha sonrasında elinde bulunan kir ipliklerini temizleyen Selim ‘’O zaman bizde onun işine taş koyar kendi işimizi yapmasını sağlarız’’ dedi ve suratına bir sırıtma yerleştirdi.


Selimin etrafına toparlanmış insanların hepsi gözlerini pürdikkat dikmiş ve söyleyeceklerini dinlemeye koyulmuşlardı. Selim insanların kendisine pürdikkat baktığını gördüğünde tatmin olmuş ve dudaklarını hareket ettirmeye başlamıştı, ‘’ Şimdi beni çok iyi dinleyin….’’ diye başladığı konuşmasında yeni yeni sarmaya başlamış yanakları uyum eşliğinde sallanmaya koyulmuştu.
***
Rüyalarında yapmadığı hareket yapmadığı şey kalmayan Mete birden omuzunda bir el hissetmişti. Daha ne olduğunu anlayamayan Mete daha sonrasında ise ağzını bir elin kapattığını hissetmişti. Oldukça nasırlı bir el olduğunu hisseden Mete tam küfür ediyordu ki…


Tanıdık bir ses onu susturmuştu, ‘’Hey çocuk benim, bağırmana gerek yok. Şimdi seni bırakıcam ‘’ demiş ve ellerini gevşetmişti. Mete yaşlı olmasına karşı güçlü olduğunu hissetmiş gevşeyen eller ile birlikte kendisine gelmişti.


Yeter artık yazar bırak kağıdı kalemi!! Siktirme tahtanı!!


Tamam kabul anasını satayım ihtiyarın elleri mengene gibi kapandın mı ne hikmetse açılmıyor. Her neyse sessizce ihtiyara doğru ‘’ Hayrola ? ‘’ diye seslendim.


‘’Sessiz ol… bu gün dışarıya çıkmamız lazım ? ‘’
‘’ Ne oldu ki lan ? Nereye gidiyoruz hem akşamın bu kör vaktinde ne bok yiyecen ki? ‘’
‘’ Sebebini bilmene gerek yok, kalk hadi gidiyoruz ‘’ dedi ve elimden çektirmeye başladı.


Bende ses etmedim açıkçası işime gelir kodumun yerinde sıkılmıştım. Can sıkıntımı geçirsin yeterli…


Gittiğimiz yer neresi olacak merak içerisindeyim umarım kalabalık mekanlardan birisi olur…


Tam bunu demişken ihtiyar bir anda durdu, haliylen bende durdum tabi…


daha sonrasında karşımda bir Jeep’in olduğunu ve arkasında iki adet makineli tüfeğin yerleştirilmiş olduğunu fark ettim. Bu sırada ise ihtiyar sessizliğini koruyordu. Dudakları zar zor açılarak ‘’Atla’’ demiş ve daha sonrasında ise arabanın içine doğru binmişti…

Yazar Notu: Evet bir bölümün sonuna geldik ve uzun süredir yazamıyorum, DD bekjleyenlere kısa gelecek biliyorum ama anlayın artık benim formatım bu :D Benden fazla uzun beklediğinizde hepinizin bildiği gibi 19 bölüm çıkıyor :D Neyse fazla uzun tutmamıza gerek yok.


Acaba Mete gittiği yolculuğunda kadın bulabilecek mi?
Yoksa kadın zombi mi olacak?
Yeni yeni uçmaya başlayan kuş zombi kadın tarafından yenilecek mi?
İhtiyar gidilen yerden geri geldiğinde ne yapacak?
Mete bir başka evrim geçirecek mi?

Merak mı ediyorsunuz ? O zaman bekleyin,okuyun ve öğrenin :D

5 Ağustos 2016 Cuma

E.s Bölüm 6




Kuyudan yukarıya doğru uçarak çıktı ve yere indi. Sırtındaki ateşten kanatlar yavaşça sönerek bedeni normal görüntüsünü almıştı. 

Dışarıda Drowlarla, Elf dostu ve onun çağırdığı arkadaşları savaşıyorlardı. Üç Troll koruma ise boğazları kesilmiş bir halde cansız yatıyorlardı. Durum hiç de iyi değildi. On beş kişilik bir Elf grubuna karşı yüzelli kadar Drow savaşçı vardi. Ayrıca yüz civarı da Elf ve Drow cesetleri etrafa saçılmış bir haldelerdi. 

Hemen yanı başında gözüne çarpan iri boyutlu olan Trollun taşımış olduğu iki adet savaş baltasini aldı ve Drow birliklerine karşi arka tarafdan saldirmaya başladı. Bir anda, bir kaç Drow’un bedenleri ikiye ayrılarak yere serildi. Roanfin ise çift kılıç elinde on kadar Drowla savaşıyordu. Tam da tüm umudunu yitirmişken arka taraftan ölen Drowlarin çığlık sesleri gelmeye başladı. 


Eldar ! Diye haykırdı, sevinerek. Onun dostundan başkası olamazdı bu. Drowlar ise bu ani saldırı karşısında şaşırdılar. Bir anda 40 kadar kişiyi kaybetmişlerdi. Etraflarında ateşten toplar yağıyor, adamlar yanarak ölüyorlardı. Bu ateş toplarının kaynağı ateşten kuyulardı. Belli ki ateş kuyularından da destek geliyordu. 
Eldar, Drow Komutanıyla karşı karşıya geldiğinde baltalarını yan tarafına fırlatarak attı. Bir eline kalkanını, diğer eline de özel yapım kılıcını aldı. 

Savaş naraları atarak ve ölüm saçan sözler sözler söyleyerek birbirlerine daldılar. Eldar, aniden gelen bir oku kalkanıyla savuşturdu, Komutan hile de yapıyordu. 

( Y. N. Orta çağ savaşlarında kollara monte edilebilinen ufak suikast bıçakları atmaya yarayan duzeneklerin benzerleri , Çin savaşçilarda ve ninjalarda, zehirli iğneler ve bilyeler olarak da yerini almıştır. 
* Bu savaşta komutanın kolunda kuçuk bir arbalet ve ok fırlatan bir duzenek mevcuttu. ) 

Ayni anda Drow’un hamlesini diğer elindeki kılıcıyla karşıladı. Kıyasıya kapıştılar. Komutan saldırıyor, Eldar karşılıyordu. Usta bir hareketle Drow’un hamlesinden siyrildi ve kılıcını koluna doğru savurdu. Komutanın bir kolu koparak bedeninden ayrıldı, simsiyah renkli bir kan kolundan fışkırırcasına akıyordu.

 Acıyla tekrar saldırdı. Diğer tarafta, Roanfin ve arkadaşları Drow askerlerini öldürmüşler, beş kişi daha kayıp vermişlerdi. Artık tüm gözler, özel yapim zırhlı savaşçı ve Drow Komutan’ındaydı. 
Eldar, bir saldırıyı daha savuşturdu, sırtını Drow’un sırtına yasladı ve ani bir ters hareketle kılıcını Drow’un yaslandığı sırtından boğazına doğru çaprazlama bir hareketle geçirdi, kılıç sırttan boğaza, oradan da beynine kadar saplanmıştı. Bir süre bu pozisyonda Eldar sırtında cansız bedenle bekledi, 

Kılıcını çektiğinde Komutanın cansız bedenini cehenneme uğurlamıştı. 
Kılıcındaki pis siyah kan pihtilarini cesedin üzerine sildikten sonra, ani bir hamleyle tekrar kınına geri yerleştirdi. Roanfine dönerek, 

-merhaba dostum ! Demek ki kaderimizde yaşamaya devam etmek varmış. Cesedin belindeki at başli kamayı aldı ve dostuna doğru uzattı. Artık sen de aradığına kavuştun dedi, gülümseyerek. 
- Peki, bu hançerin önemi nedir ? Neden bu kadar değerli ? 

Elf, bunu istersen şenliklerde konuşalım iki gün sonra geleneksel şenliklerimiz var o zaman sana bir ara anlatırım, hem de dinlenme fırsatımız olur dedi.  Birlikte Unicorn Klanı’nın topraklarina doğru yürümeye başladılar. 

2 Ağustos 2016 Salı