Mayıs 2016

31 Mayıs 2016 Salı

DD-Bölüm: 61 - Ciğerlerin Bayramı


Yazan "Aydehan" (Yani ben) düzenleyen "Dunklesplatz" a teşekkür eder sizlere ise iyi okumalar dilerim :D











 Selam millet Mete karşınızda nasılsınız görüşmeyeli? Saolun bende iyiyim. Yazarımızın bu iki hafta içinde ki sınavları yüzünden en son kaldığımız yer bir çoğunuz tarafından unutulduğunu tahmin edebiliyorum. Haydi vakit kaybetmeden konumuza geri dönelim. 

                                              *** 

Karşımda bulunan sekiz kişi beni fark ettikleri anda hal ve davranışlarını değiştirmişti. Bende boş durmadım tabi sıktım yumruklarımı son gücüm ile. Hatta o kadar fazla sıkmışım ki parmaklarımın boğumları yer yer bembeyaz olmuş durumda. 

"Hayırmı kardeş sen ne diye buralarda takılıyon? Dün kurtardığın hatunun eteği altında gidip takılsan ya!" diye içlerinden birisi bağırdı. Bir diğer taraftan ise "şuna bak götü üç buçuk atmış lan bunun" diye bir başkasının sesi duyulmuştu. 

Yavaş, yavaş yanıma doğru yaklaştılar. Hareketlerinden ne yapacakları bariz belli etrafımı çevirmeye koyuluyorlar. İzin vermem uleyn bu işe!!  

Hızlıca bende bir kaç adım geriye doğru attım. “Korktu la şuna bak!! Nafta dün atar yapmayı biliyodun ne oldu la şimdi geri adım atıp duruyon? “ diye beni kışkırtmaya çalıştı. 

“Olduğum yeri fazla sevmedim. Kokusu cidden kötü. Ne kokuyordu orası... Hah hatırladım bok gibi <havayı koklar> bir saniye o koku senden geliyormuş lan!! “ diye bende kışkırtmamı yaptım. Bu sırada ise gelen görev penceresine göz ucu ile bakmaya çalışıyordum. Görev penceresinde el...

Ne!!! Elli bin deneyim puanımı!!! 

Bir saniye açıklamayı okumam gerek. 
[[ İt Dalaşı adlı görevi temin ettin. ]] 
[[ Rakiplerini sürekli kışkırtarak kendilerini düşünmeden sana saldırmalarını sağla. ]] 
[[ Görev gereksinimleri; 2 kişiyi öldür, 3 kişiyi ağır yarala ve diğer üç kişiden dayak ye (Tabi korkup kaçmazlar ise)]] 

[[ÖDÜL: 50.000 Tecrübe Puanı, 1 adet Tam Yenilenme Peksimeti ]] 

Oha arkadaş göreve verilen ödüllere bak. Saol lan  Lucifer iyi kıyak yaptın bu sefer. 

Hızlıca burnumu kapattım ve “ Gardaş sen deodorant niyetine koltuk altına bok falan mı sürüyon la, yoksa birilerinimi öldürüdün orada. Cidden bok gibi kokuyon!! “ dedim ve inandırıcılık katsın biraz diye suratımı büzdüm. 

“Ne diyon lan sen?  İbne!! Seni öyle bir sikerim ki feriştahın gelse tutamaz beni” diye böğürdü. Hızlıca önüme üstüme doğru yürürken ekip lideri görünümlü adam hızlıca elini kaldırmış ve göğsüne koymuştu bizim adamın. “ Sakin ol Mahmut bu küçük piçin lafları ile gaza gelme” dedi ve bakışlarını bana yönlendirdi. 

Bu sırada ben ise cebimden bir tane daha sigara çıkardım ve ağzıma götürdüm. Yakmadan evvel kontrol ettim ve evet Marlboro çıktı. Hızlıca ciğerlerime bir duman itekledim. Ciğerlerimin bu tanıdık aroma ile buluşup yaşasın diye haykırdığını duyabiliyordum. Neden bilinmez ama öyle iyi gelmişti ki mutluluktan göğsümde ufak bir titreşim bile oluştu. Ciğerimden dışarıya dumanı üflediğimde ise içimin rahatladığını ve enerji dolduğunu hissettim. 

“Eee... En son nerede kalmıştık alagavatlar. Hah hatırladım ben sizi öpecektim. Sizde uslu uslu benim haşmetlimin keyfine varacaktınız.” 

“Ne diyo la bu!? Kimsin lan sen? He kahvaltıda yürek mi yedin oğlum sen “ diye bir başkası aradan fırladı. 

Cidden bunların alayı anneleri tarafından doğrulmamış sıçılmış...

Elimi saçıma götürdüm ve parmaklarım ile taradım. Son derece yağlı ama olsun onlarınkine bu haliyle bile bin basar. Uzun uzun iki duman daha ciğerlerimin içine çektim. Bu sırada onlarda boş durmamış ve yine etrafıma yığılmışlardı.  

Sigaranın izmaritini yere doğru attım ve ayağım ile çiğnedim. Bakışlarımı büyük üstat Kadir İnanır gibi keskinleştirdim ve “Biraz daha durursanız çok pis dayak yiyeceksiniz” dedim. 

Dibime kadar gelmiş olan lider bu sözleri söylediğim anda bir tokat patlattı suratıma. Tokat bayağı şiddetli olsa gerek ki bir can götürdü ama olsun bırakın acımayı derim karıncalanmadı bile...

Daha tokat attığı elini düzeltememişken sağ yumruğumu hızlıca gerdim ve doğruca liderin karın boşluğuna doğru gömdüm. Yumruğum değdiği anda götü boklu liderin havaya uçması bir oldu. 

Ne yaptığımı anlayamayan diğer üyeler bir iki saniyeliğine afalladı. Bende bundan istifade ederek isminin Mahmut olduğunu bildiğim adamın suratına doğru yumruğumu gömdüm. Yumruğum burnuna değdiği anda burnundan kanın patlama yaratarak fışkırması bir oldu. Daha yumruğum suratı ile yeni yeni bir bütün haline gelmişti ki. Burun kemiği buna dayanamadı ve güçlü bir “krakk” sesi ile birlikte kırıldı. 

Mahmut acı içinde haykırırken bir başkası “yakalayın şu orospu çocuğunu” diye bağırdı. Sanki emri bekleyen köpekler gibi hepsi bir örnek bir şekilde ellerinde bulunan teçhizat ile bana doğru saldırışa geçtiler. 

Birisinin çivili sopası sırtıma doğru geldi ve sırtımda bulunan t-shirt ile birlikte derimi yardı. Diğerinin beysbol sopası suratıma doğru geldi. Darbe etkisi ile birlikte bende yere düştüm.

Anlaşılan takım oyunu yapmaya çalışıyorlar. İki kişiyi ağır olarak yaraladım  geriye kaldı bir ağır yaralamam kişi, iki de öldürmem gereken kişi kaldı. Asıl eğlenceyi sona saklıyorum ki avlar ürküpte  kaçmaya çalışmasın. 

Yerde iken bir iki tane daha tekme yedikten sonra bayılmış numarası yaptım. Bayıldığıma inanmalılar ki bende ayağa kalkıp hepsinin anasını belleyebileyim. 

“Öldü mü lan bu? “ 

“ Ne bileyim öldü lan herhalde” 

“ Bi gidin bakın itin bir sokumluk canımı varmış yani “ 
“ Engin abi başkan nefes almıyor abi!!!” 

“Hassiktir lan ordan nasıl nefes almıyor!!” 

“Vallahi bak abi nefesini dinelemeye çalıştım ama bir türlü duyamadım abi” 

“ Süslü Kemal ver lan şu aynanı!! “ 

Bir kaç elbise hışırtısının ardından “Al abi buyur, ne olur dikkat et çok severim o aynayı abi” 
“Başlattırma aynana da sana da!!” 

“Tamam abi “ 

Bu mallar bunu konuşurken benden iyice uzaklaşmışlardı. Bende fırsatın bu fırsat olduğunu düşünerek hızlıca ayağa kalktım. Midemden çıkardığım ölüm ile başkan dedikleri adamın, dibine çökmüş ayna ile kontrol eden herife doğru namludan bir el ateş ettim. 

Hemen yakınlarında olduğum için mermiyi yiyen Engin, başkanlarının üstüne bok çuvalı gibi düştü. 

Pür dikkat bana bakan adamlara karşı elimi kaldırdım ve “Selam millet nasıl gidiyor bakalım? “ diyerek salladım. 

Hepsinin ağzı bir karış açıldı. Bu sırada ise süslü olduğunu tahmin ettiğim adama doğru ilerledim ve bacağına bir el ateş ettim. Bağrışları kulağıma bir tını gibi geldi şerefsizim. Acı ile yere düşer iken suratına doğru savurmuş olduğum tekme ile birlikte sırt üstü yere yapıştı. 

Yere düşer iken ağzından fırlayan bir iki diş ile birlikte kan bu eğlenceye konfeti olarak süslenmişti. 

Bir başkasını hızlıca ensesinden yakaladım. Kendime doğru döndürdüm ve suratının tam ortasına kafamı koydum. Burnunda adeta kafamın onayı damgalanmış gibi kan fışkırmış ve kırılmıştı. Yere bıraktığımda acı ile birlikte ellerini suratına götürmüş çığlık atıyordu. 

Bu sırada ise bundan istifade ederek beline doğru topuğumun tüm gücü ile vurdum. Vurduğum anda güçlü bir başka kırılma sesi ortalığı doldurmuştu. 

“Eee... Başka kim geliyor şimdi? “ diye göğsümü kabartmış bir şekilde sordum. Her birinin yüzü kireç gibi olmuştu. Halk oyunları yeni öğretilen çocuklar gibi hepsi bir adım geriye doğru çekilmişlerdi. 

Bu sırada ise kulağıma bir başka ses takıldı. Uzaktan geliyordu ama emindim. Sesin sahibi ihtiyardan başkası değildi. 

Hassiktir basıldık!!! 



Yazar Notu:Şimdi biliyorum ki kiminiz kısa diyecek kiminiz ise gülüp geçecek :D ben ise ı hate pandanın pmg atmasını bekleyeceğim. Unutmayın bu bölüm final haftamda yazıldı :D neyse seviyorum sizleri kendinize iyi bakın :) 

29 Mayıs 2016 Pazar

E.S Bölüm: 2


Yazan "roafin" e teşekürler. İyi okumalar :D 



Kılıcın kabzası için, Ateş Ejderhası'nın tırnağının ve kuyruğunun ucu, kılıcın çeliği için Drowların liderindeki, Kutsal Antik Kara Kılıç , * Rüyamdaki kılıç bu olsa gerek diye düşündü, kendi içisel dünyasında Eldar. * ve özel olarak yeniden dövülmesi için dünyanın merkezine, lavlara bir yolculuk gerekliydi. Tüm sihir malzemeleri karıştırılıp, kılıç dövüldükten sonra, sihirli sözler de parşömende yazdığı okunma şeklinde söylenmeli, tüm bu esnada aynı anda o parşömen de orada yakılmalıydı. parşömenin yakılmasından elde edilen küller kılıcın üzerine serpilerek gerekli bütünleştirme işlemleri tamamlanılmış olacaktı.
Gülmeye başladı, hatta öyle bir güldü ki, çıkan bir Orc Komutanı'nın ses tonundaki kötü kahka sesinden ormandaki yaratıklar bile kaçıştılar. Bu malzemeleri Orclar toplayamazdı, ama asıl amaçları neydi acaba? En iyisini zamana bırakmak dedi ve kendi çadırına gitti. Rahat bir uykuya ihtiyacı vardı. 

DROW DİYARI
Uyandığında boğazında çeliğin verdiği ani soğukluğu hissetti. Ani bir hareketle Drow'u altına aldığında boğuşmaya başladılar. Çadırda bekleyen bir kaç Drow'un attığı çelik ağ ıle etkisiz hele geldi. Aslında bu kadar kolay bir şekilde yakalanmazdı, ne olduğunu ve işilerin aslını çözebilmesi için, aciz ve yakalanmış gibi davranması gerekmekteydi. Belli ki çok güvendikleri büyücü kendi ırkını Drow'lara satmıştı. Bir gecede hepsi kılıçdan geçirilmiş, etraf kan gölüne dönmüştü. Doğrusu sıradan bir baskınla da sarhoş olmuş seçkin birliği alt etmek kolay olabilirdi. Kazıklara oturtulmuş Orc kafatasları ilgi çekici geldi birden gözüne. Alması gereken intikamı, Drowların almasına çok içerlese de intikamı alınmıştı. Kendisi de tehlike altındaydı. Eldar olarak bir tutsak değild. Drowların elinde seçkin bir Orc Komutanı olarak, işkence yoluyla bilgi edinilebilmek amacıyla elde tutuluyordu. 
Dışarıda, iki Drow kendi aralarında özel bir lisanla konuşuyorlardı. Tutsak tutulduğu yerdeki askerlere konuşmadaki kullandıkları özel lisanı anladığını belli etmeden konuşmalarını dinlemeye başladı. 
- Bu salak Orc Mage özel bir kılıcın için tüm arkadaşlarını sattı. İçeride komutanları da var. O da anlaşmanın içindeymiş. 
x
Y.N. Yani aslında illüzyon yeteneğiyle görünümünü kopyaladığı Komutan , hain planları için büyücü olan ırkdaşıyla bu planı yapmış ve baskın süsü vererek kendini yakalatmıştı. Eldar, ilk gerçek ip ucu diyerek ışıldayan gözleriyle dinlemeye devam etmeye karar verdi. Olayların daha nekadar karışacağını merak ediyordu. 
( Karamanın Koyunu , Sonra Çıkar Oyunu :) ) 
 x

Ne kadar da salaklar değilmi, Liderimiz parşönemi ele geçirince ikisinin de derisini yüzecek. Nerede o pis büyücü, gelse de işimizi bir an önce bitirsek. Komutan'larını tutsak aldığımızı bile bilmiyor. Salaklık onların doğalarında var dedi öteki  asker. GEcenin karanlığından daha da karanlıktı gözleri, bakışları bir insanı taşa çevirmeye yeterdi.  Büyücü çadıra girdiğinde Komutan'larının esir tutulduğunu görünce , şoka girdi. Bu anlık şok nedeniyle "Eldar'ın" kılık değiştirdiğinin farkına bile varamamıştı. Orc lisanıyla sordu. "Zydrax", neler oluyor? Asıl sana sormalı diye cevapladı, Orc Lideri, iksiri alabildinmi, iksir yanındamı ? Evet, anlamıyla sakince başını salladı büyücü. Drowların Komutan'ı içeriye girdiğinde, evet , hadi şu bahsettiğin parşömenini çıkart bakalım, dediklerin ne kadar doğruymuş, görelim. 
"Eldar'a" bakarak, Komutan'ınız bir süre daha bizim misafirimiz olacak, aslında onun için KERASUS'u düşündüm, dedi hain bir gülümsemeyle. 
* Kerasus, asit elementinden oluşan, nefesinden asit zehiri dumanı ve asit tükürüğü atabilen , bir tür ilkel devasa antik çağ ejderhasıydı. 
Zydrax, telepatik olarak büyücüyle konuşmaya başladı, şimdi dediklerimi çok iyi dinle, teleportasyon ile ilgili işlemleri başlatıyorum, sen de parşönenin bir kopyasını ama sahte olan bir herhangi parşöneni bu parşömene benzeterek oluşturacaksın. Kendisi teleportasyon ile ilgili sözcükleri tamamen tamamlamıştı, sadece düşünceyi aktif edip yönlendirmesi kalmıştı. Parşönenin hazırlandığı zaman bana işaret et! Büyücü, çadırındaki raflarda yer alan parşömen yığınına doğru yöneldi, aralarından bazıları özenle yerleştirilmiş gibi görünüyordu. Aralarından herhangi birini , özel bir itina ile yerinden çıkarttı ve büyüsünü okumaya başladı. Büyü aynı zamanda parşömeni başkasının kullanamaması için oluşturulan, büyü bariyerlerinden oluşan söz aktarımlarının tesirlerini de ortadan kaldırıyor , kullanıma hazır hale getiriyordu. Şüpke olmaması için , herşeyin gerçeğine yakın bir şekilde yapılması gerekmekteydi.
- Sispus hokus mandarin , eugzauss transportation magius !!!
Karşılarında bir kapı belirmeye başladığında Eldar, zırh kavrama tekniğindeki gibi benzer bir teknikle , üzerine atılmış çelik ağı ani bir hareketle havaya kaldırdı ve ağdan kurtularak , Drow Komutan  ve askerlerinin üzerine attı. Onlar ne olduğunu anlamadan çırpınırlarken, büyücünün elini çoktan kavramış, aslında elleri bir pençe gibi büyücüyü kavramış ve kendine doğru çekmiş idi. Hızlı bir şekilde gizemli kapıdan içeriye adım attılar. Görüntüleri bir anda parlayıp kapıyla beraber ışıldayıp yok oldu. 
Kendilerine geldiklerinde biz neredeyiz, nereye getirdin bizi diye sordu, büyücüye. 
- Güvenli bir yerdeyiz diyerek cevapladı büyücü. Troll Diyarı'nın girişi burası, meraklı gözleriyle dikkatlice Zydrax'ı süzmeye başladı. Haykırarak, ama sen O değilsin ! Komutan'a ne oldu diye sordu, Eldar'a büyücü. 
* Evet, ben Kkarhun oğlu Eldar, yedi seçilmiş savaşçının efendisi olarak müjdelenmiş insan, intikamım için bu anı çok uzun zamandır bekliyordum. Seninle işim buraya kadar, diye de ekledi, sakın büyü yapmaya kalkma yoksa seni pişman ederim! O esnada büyücünün sırtı dönüktü, yüzünü Eldar'a doğru döndüğünde, büyük bir meteora benzeyen ateş topunu ellerinden atarak Eldar'a doğru gönderdi. Ateş, etrafındaki her şey kavurarak , Eldar'a doğru yaklaşmaya başladığında, büyücü neler olabileceğinden doğrusu habersizdi. 
Ellerinde meteor alevleri şekillendi, sanki ateşin ona hiç bir etkisi yoktu. Hava boşluğunda en güçlü büyüsüyle hazırladığı ateş küresi, Eldar'ın ellerinde bir oyuncak gibi şekillenmeye devam etmekteydi, artık büyücü Eldar'a korku dolu gözlerle bakıyordu. Kendisine doğru gelen ateşden kaçamadı ve olduğu yerde çığlıkları atarak yanmaya başladı, her bir uvzu yanarak eriyor pişmiş lapa etler şeklinde bedeninden yere dökülüyordu. En son kemikleri bile  küle döndüğünde , esen rüzgar artıklarını süpürüyordu. 
Eldar, kaçış esnasında ayrıca büyücünün yolculuk sonunda yanında getirmiş olduğu özel çantasını da belli etmeden almıştı. 

Y.N. Birazcık arakçılık hissettim bizim kahraman adayında :) 

İşte, hak ettiğin yeri buldun dedi, savrulan küllere bakarak. Gözleri yaşlıydı, anne, baba, intikamlarınızı aldım, artık huzur içinde uyuyabilirsiniz dedi, mırıldanarak. Troll Diyarı ise gerçekten de tahmin edilemeyecek tehlikelerle dolu bir yerdi. Sezilerine güvenerek ve gizlenerek ormanın güvenli tarafına doğru yürümeye başladı. Büyücünün çantasını bir yandan kurcalamaya başladığında, Drow'ların Şehrine'de giden gizli bir yol haritasının krokisini bulduğunda çok sevindi. 
Guruldayan karnı, onu uzaklarda görmüş olduğu garip bir hana doğru yönlendirdiğinde o tarafa doğru gizlenerek yolculuğuna başladı.

ORC KAMPINDA ÇADIRDA
Drow'ların Komutanı çadırda askerlerine kin kusuyordu. Ahmaklar, iki kişiyle bile baş edemediniz. Ne işe yararsınız ki!" Karanlık lider Gaddar Delmar", hepimizin derilerini yüzerek  işkence edecek dedi, altı askerine birden. Ağzınızdan bir şey kaçırdığınızı duyarsam sizi Drow şehrine ulaşamadan timsahlara doğrar atarım dedi. Ani bir hareketle ağdan kurtulmaya çalışan beş askerin birden kafalarını uçurdu. Korku dolu gözlerle bakan askere bu aramızda bir sır olarak kalacak dedi. Yoksa, Delmar bizi yaşatmaz. En kötü işkencelere mağruz kalmak istemem. Ben , burada işleri düzeltirken sen de diğer askerlerle bu kampı yağmala dedi askere emrini verirken. Çadırı ise ben, kendim yağmalayacağım, şimdi dışarıya çık! Çadırda işe yarayacak olan bir malzeme ararken, at başlı garip görünümlü bir hançer haricinde değerli bir şey bulamadı. Hançeri yanına alıp, bedeninde bir yere gizledi, Drow şehrine doğru giderken, Orc kampından geriye yanan asker cesetleri , rüzgarın savurduğu küller ve yanan cesetlerin iğrenç kokuları eşlik ediyordu. 



26 Mayıs 2016 Perşembe

E.S Bölüm: 1 ( Sanırım...)


Yazan "roafin" e teşekkürleri borç bilirim.


Yayıncı Notu: kitap hayal gücü ve o zaman sadece kağıda yazıldığı için birden fazla bölüm içerebilir. Neyse sallayın ve bölümü okuyun siz :D 





KAHRAMANIN UYANIŞI
Zamanın ötesinde, daha da ötesinde bir yerlerde. Belki de insanlık için değişimin başlayacağı bir devirde...
Daha çok gençti ama kader onu bu seçimi yapmaya zorlamıştı. " Eldar kaderinle yüzleş", kimindi acaba bu iç gıcıklayıcı fısıltılar. Derin bir uykudaydı, birdenbire kendisini elinde kavisli bir kılıç, üstünde gece kadar siyah ama ışıldayan  işlemeleri olan bir zırh içinde buldu. Etrafa lavlar püskürten bir yanardağın ağzında, dar bir yolun başındaydı. Tam karşısında lavların üstüne kurulu bir köprü iki tarafından da fışkıran alevlere inat orada durmaktaydı. Köprünün bitiminde düzlük bir alan, taht ve oranın kutsal bir yer olduğunu anımsatan rünlerle kazılı duvarlar aklını başından almıştı. Tahttan kalkan devasa yaratığı görünce damarlarında akan kanın, salgılanan adrenalinle birlikte daha hızlı aktığının ve kendisini parçalarcasına bir güçle doldurduğunun farkına vardı.
Yaratık, dört kolu olan vücut kısmı ve alt kısımı ise insan ayakları gibi, fakat boğa toynaklarına sahip iri ve güçlü bir minotauru anımsatıyordu. Elindeki alev alev yanan devasa kılıç ve gözlerindeki yanan ateş dikkat çekiciydi.
Birdenbire köprünün ortasında buluştular, artık savaş naraları ve birbirine çarpan kılıçların şakırtısı vardı, birde yanlarından akan lavların duvarları döverken çıkarttıkları sesler. Saatler saatleri kovaladı, ikisi de çılgınlar gibi savaşıyor, üstünlük kurmaya uğraşıyorlardı. Üçüncü günün sonunda iki savaşçıda birbirinin gözlerinin içini süzmekteydi. İlginç bir şekilde kapışma durdu ve ikisi de birbirlerine özel bir selam verdiler.
İkisinin de gücü denk gibiydi ve üstünlük taslayan taraf olmayacak gibiydi. Mistik mekânın koruyucusu telepatik bir sesle seslendi;  "aferin genç savaşçı imtihanı büyük bir başarıyla geçtin doğrusu senden bu kadarını bile beklemiyordum" dedi ve ekledi " sana ateşin güçlerini bahşediyorum" . Eliyle savaşçıyı işaret etti, o esnada büyük bir ateş huzmesi yaratığın elinden şekillenerek savaşçıya doğru ilerledi, ilginçtir ki savaşçı hiç korkmuyordu. Ateş göğsünden girdi ve tüm vücuduna işledi, bedenindeki büyük yedi çakra sistemini ( tüm çakralar arası bağlantıları da onarıp )  kendine dönüştürerek aktif etti ve bedeninin etrafını kapladı, artık damarlarında bile ateşin gücünü hissediyordu. 
...Gözlerini araladı, nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Yatağındaydı, etrafı terden sırılsıklamdı. Gördüklerim rüyaymış diye düşündü, alnındaki terleri silerken. Damarlarında rüyasında almış olduğu gücü hissediyordu. Ayağa kalktı ve duvardaki aynaya doğru yürüdü, aynada gözlerindeki değişimi fark etti, yaratığınki gibi gözleri ateş korunu anımsatan bir ahenkle parlıyordu. Peki, eğer gördüklerim gerçekse neden ben? Diye düşünmekten kendini alamadı, bu güce sahip olabilecek üstün yetenekli savaşçılar varken neden o seçilmişti?


Bir deneme yapmaya karar verdi ve eliyle şöminedeki odunları işaret etti. Amacı odunları yakmaktı. Elinden kıvılcımlar parladı ve acı içinde bağırdı. Daha çok acemiydi, ateşin efendisi olmak o kadar da kolay olmayacaktı.. .
Uzun bir yolculuğa çıkıp, rünlerle kaplı kutsal mekanı bulmaya kendini adadı. O zaman gerçeği anlayabilirim dedi, kendi kendisine mırıldanırken.

KAHRAMANIN ÇOCUKLUĞU

Annesi genç Eldar’a söylendi , oğlum koyunlar yamacın başında , git ve arkadaşlarınla birlikte koyunların başında dur. O esnada Eldar , telekinetik Hocasıyla birlikte yerdeki zırhları sağa sola , ileri geri oynatma antrenmanı yapıyordu. Babası klanın en ileri gelen savaşçılarındandı. Ne yazık ki hain bir pusuda , bire eli oranında gucü kendi güçlerine denk ve yakın olan düşmanlarla savaşmak zorunda kalmış, aldığı derin yaralar sonucunda tüm düşmanlarını öldürmüş olmasına rağmen, en fazla bir hafta kadar yaşayabilmişti.
Peki dedi, genç “Eldar.”
Koyunları otlatırken birden bire koyunlarda bir huzursuzluk ve ürperti hissetti. Evet, uzaktan bir kurt sürüye doğru geliyordu. Zırh kavrama tekniğiyle büyük bir kayayı kavrayarak kaldırdı ve tam kurda doğru fırlatacaktı ki , kurttan zihnine telekinetik bir ses yankılandı.
Sakin ol!
Daha sonra yavaş yavaş bir rahip şekline büründü. Dedi ki selam sana “Kharhun’un Oğlu.” Baban , benim hayatımı kurtarmıştı. Ben de sana armağan olarak bu dönüşüm ve illüzyon ilmini öğretmeye geldim dedi ve ekledi , zaten bu senin kanında var. Sen seçilmiş yedi savaşçının efendisisin.
O esnada Orc Düşman birliklerinin 250 kişilik bir orduyla kamplarını basmış olduğunu nereden bilebilirlerdi? Eğitim bittiğinde ve kamplarına geri dönüş yolculuğuna çıktıklarında, uzaklardan gelen çığlıkların yankılanmasını ve gözleri yaşlı bir şekilde kamplarının yakılmış olduğunu , çıkan dumanlarla beraber izlediler. Üzülme , dedi genç efendiye, senin de intikamını alabilmen için vakti gelecek. Rahip olan usta deneyimli bir kişiydi. Eldar’ı uzun bir süre ormanda saklayarak gizli sığınaklarında koruyarak, eğitmeye başladı . . .

ORC KAMPINDA ALTI GÜN
Eldar , aynada gözlerini incelerken dışarıda homurtular duydu ve aniden evin kapısı kırıldı. İçeriye dalan Orc Birlikleri’nin Komutanı içeride kimseyi göremeyince şaşırdı. O esnada Eldar , illüzyon yeteneğini kullanarak duvarın dokusuyla bütünleşmiş ve görünmez bir formda izole olmuştu. Diğer bir asker, Komutanım zaten yıllar önce bu kampı yok etmiştik. Neden buraya geldik dedi. Komutan sinirden gözleri kan çanağına dönmüş bir şekilde, “bacadan çıkan dumanı görmedin mi yoksa asker?” dedi ve daha asker ne olduğunu anlayamadan bir hamlede askerin boynunu uçurdu. Elli kişilik özel seçilmiş birliğimi yok eden pisliğin evi burası dedi ve eskimiş yer yer yanmış eşyaları tekmeleyerek dışarıya çıktı. Kendi birliklerinin kampları da çok fazla uzakta değildi. Orman patikasına doğru yola çıktığında, arka tarafından gür bir ses işitti.
Çek kılıcını pis ucube!
Bunu diyen Eldar’dan başkası değildi. Kumandan kılıcına davranırken, tam da düşündüğüm gibi , boş yere kuşkulanmamışım. Kharhun’un oğlu yaşıyor ha! Dedi ve pis bir kahkahayla gülmeye başladı.
“Anneni nasıl kestiğimi bilmek istermisin? Nasıl yalvardığını, kılıcımla öldürmeden önce nasıl işkence yaptığımı.” Şimdi de sıra sende. Ölümün hiç kolay olmayacak , cesedini de bırakmayacağım , akşama her bir parçanla ayrı bir ziyafet çekeceğim, dedi yer yer kararmış , çürümüş ve sivrileşmiş dişleriyle , bir sırtlan gibi sırıtırken.
Eldar , kılıcındaki kanı Kumandanın lime lime dilmiş pis cesedinin üzerine sildiğinde artık Komutan için çok geçti. İllüzyon yeteneğinin başka bir aktif özelliği de , istediği insanın sesini ve görüntüsünü birebir kopyalayarak taklit edebilmesiydi. Sadece o kişiye ait olan, aktif kullandığı, terinin ve kokusunun bulaşmış olduğu eşyayı giymesi gerekiyordu. İllüzyon yeteneğini kullanarak Komutanın şekline büründü ve pis kokusu için , elbiselerini Komutanın sağlam kalmış olanlarıyla değiştirdi. Artık bir amacı vardı. Önce intikamını almalıydı. Ormanlık patikadan geçerek Orc Kampına doğru yürümeye başladı.

X
Yazar Notu :
·        Eldar ,  ileride kendisine verilen ateş gücünün farklı bir yanını keşfedecek. Herkes ateş büyüsü yapabilir, ama onun farklı olarak ateş saldırılarından etkilenmediği gibi , ateş kaynaklı saldırılar aldığında , ateş onun bedenini ve enerjisini besleyerek güçlendiriyor. Hatta çok daha fazla bir güç ile birlikte geri gönderebileceği bir an gelecek J
·        Her kahramanın zayıf bir yönü olduğu gibi , çok güçlü bir şekilde telekinezi ve levitrasyon yeteneğini kullanırsa , o zaman çok yorgun düşüyor.
·        İleride ruh ve vücut ayrılması ile ilgili olan bir yeteneği daha var , o yeteneğe kavuştuğu zaman “Ruh Gezgini Yeteneği” aktif olacak ve kullanabilmeye başlayacak.
İyi okumalar dilerim.
X
Uzaklardan , kampa doğru yürüyüşünü sıklaştıran bir Komutan’ın görüntüsü görünmekteydi.  O esnada , Orc Kampında büyük bir kutlama vardı. Günün ziyafeti , insan çevirme ve yanında salata olarak, baykuş dolması. Komutan’larının geldiğini görünce , pis sarı dişlerini sırıtarak , hazır ola geçti , askerler.
Selam , sana kötülerin en kötüsü!
Daha sonra , homurtular çıkartarak ziyafete ve yemek yemeye devam ettiler.
Öncelikle büyücünün yerini sordu , bir ihtimal büyücü onu normal halinde görebilirdi. Özel bir iksir için , altı günlüğüne seyahate çıktığını öğrendi. Bir nebze olsun içi rahatlamıştı. Yaşadıklarından sonra midesinin guruldadığını hissetti Kumandan ve aynı homurtuları çıkartarak , bir bütün baykuşu yemeye başladı. Açık vermemeliydi. Ziyafet bitimine doğru , kamptaki herkesin tamamen sarhoş olmalarını bekledi. Daha sonra da emin olunca büyücünün çadırına doğru yürümeye başladı , perdeyi araladı ve içeriye girdi. Büyücünün malzemelerini hazırlarken özenle hazırlanmış bir parşömen dikkatini çekti. Ağzı büyüyle mühürlenmişti. Ama onun için çok basitti.
Orc büyücü , iyi bir büyücü olduğu kadar , mankafalıydı da! Sihirli sözleri parşömenin üzerine işlemişti. Ateşe doğru tutunca sözler ve parşömenin içerisindeki gizli bilgileri okuyabiliyordu. Parşömende özel bir kılıcın yapımından bahsediyordu. Yalnız onun özel bir yönü vardı, seçilen kişinin elindeyken kılıç asıl gücüne ulaşıyordu.
Bu kılıcın bir ismi vardı ;  “Ateşin Kara Kılıcı.”
Tam da aradığım şey diye düşündü , parşömen , kendisini okuyabilene büyü malzemelerinin olduğu yeri gösteriyordu , hangi malzeme hangi diyarda bulunacağı ve nasıl hazırlanacağı ile ilgili bilgilerdi bunlar aynı zamanda. Gereken malzemelerden birisi de Kötülükler Diyarı’ndaki “gri renkli iksir”di. Büyücünün onu almak için yola çıktığına emin oldu ve o gelene kadar intikamımı bir süre ertelemeliyim diye derin düşüncelere daldı. Planını zihninden geçirmeye ve olan biteni gözlemeye devam etmeye başladı.
Diğer istenenler ise , “sonu gelmeyen dipsiz kuyu” olarak adlandırılan özel bir mekana ulaşıp , oraya girebilmeyi gerektiriyordu. Kuyudan , gökyüzüne kadar ulaşan , hiç dinmeyen ve söndürülmesinin imkanı olmayan alevlerin yandığını , kuyunun dibinde ise Ejderhaların yaşadığını duymuştu.

Ejderha Savaşçı (E.S) tanıtım


Siyah, Ejderha pullarıyla kaplı ve parıldayan bir zırh giyen bir savaşçı olacak.
Başı hafif öne eğik resmedilmiş. Vakur ve gururlu.
Arkasına gölgesi yansıyacak ve bu gölgenin şekli, kırmızı renkli bir Ejderha’ya benzeyecek.

Bizzat Yazardan Not!!

roanfin

Bu Hikaye, Balıkesir İli, Bigadiç İlçesi’nde, Dünya zamanı ile 2006 – 2007 Yılları arasında yazılmış olup, gerçeklik boyutundaki yazılış zamanı bilinememektedir . . .
Yazar , Hikayenin kurgusunu kendi rüyasında deneyimlemiş, daha sonra da , gün içerisinde meditasyonlarında ve günlük rutin işlerini yaparken zihnine parça parça görüntüler ve senaryo halinde inerek bu okuyacağınız hikayeyi yazması sağlanmıştır. Halen ikinci ana bölümü yazmak ve iletebilmek için beklemektedir.


// SERİ güzel bir seri, bayağı eski bir zamanda yazıldığı için maalesef bir resmi bulunmayacak beğeneceğinizi umuyorum. 

25 Mayıs 2016 Çarşamba

YE - Bölüm 14: Traidha


‘’Hey aslan kral beni yiyecek et olarak görmeyi bırak da biraz konuşalım ne dersin ha?’’ dedi Kian karşısında dikilip dişlerini gösteren üç siyah aslana bakarken. En öndekileri sürü lideri gibiydi. Sağ gözünün üstünde taze bir pençe izi duruyordu.

Karşısında üç yetişkin siyah aslan vardı. Üçüncü seviye bir savaşçı için çok fazlaydı bu. Kian geriye doğru bir adım atmaya yeltendi ama hareketi karşısındaki yaratıkların gözünden kaçamamıştı. En öndeki hırladı Kian’a doğru.

‘’Sadece konuşmak istiyorum ama beni anlamayacaksın değil mi?’’ Dur bi dakika! Kian kafasın üzerinde birkaç tane ateş böceğinin dolaştığını hissetti. ‘’Siz üç yüce yaratık küçük yavruyu arıyorsunuz değil mi? İşte orada! Dokunmadım bile!’’ diye haykırdı ve bir anda arkasındaki yavruyu işaret etmeye çalıştı. Ama… ‘’Seni lanet olasıca velet! Nereye kayboldun!’’

Kian o yavruyu kaçış bileti olarak düşünmüştü bile. Ama yavru ortada yoktu. Burada neler oluyor? O yavru onlardan değil miydi? O halde neden kaçtı?

*Hrrr.*

‘’Hey sakin olun.’’ Dedi Kian. Aklında türlü ihtimalleri çeviriyordu. Her şey aynı sonuca çıkıyordu. ‘’Tamam! Size istediğiniz vereceğim!’’

Birkaç saniye içinde, siyah aslanların tepki hızlarının sınırlarını zorlayarak ellerini göğüs hizasında birleştirdi. Üç aslan ona doğru atılmıştı ki gökyüzünden üç şiddetli rüzgâr parçası gözlerinin önünde aslanlara çarptı. ‘’Soğuk Rüzgâr Kalıntıları! Parça 3!’’ 

Kian sonuçlarını beklemeden koşmaya başlamıştı. Tahmin edemeyeceği bir şey değildi zaten. Çok uzaklaşamadan arkasından çığlık gibi kükreme dağıldı ormana. Onu iki tanesi daha takip etti. Şu anki seviyesiyle üç yetişkin siyah aslana karşı elindeki tek şey…

Elindeki!

O anlık korkuyla yaptığı büyünün sonuçlarını düşünmemişti bile. Ellerine baktığında ikisi de dirsek hizasına kadar paramparça olmuştu. Bu ilk seferinden farklıydı.

‘’Bedenimin kaldırabileceğinden fazla mı yüklendim?’’

Koşarken iki kolundan da kan akıyordu ve yavaş yavaş yorulduğunu hissetmeye başladı Kian. Aklında tek bir soru vardı şu an. ‘’Ölecek miyim?’’
***
Berengar ve Drest Lumin şehri yakınlarındaki en geniş açık alana sahip yerde kurulmuş festival alanına ulaşmışlardı.

Festival alanı çok geniş bir bölgeye yayılmıştı. Komşu şehirlerden gelen çadırlar Lumin şehrini kaplıyordu. Devasa eğlence çadırlarının etrafına yayılan restoran çadırları vardı.

Rengârenk boyanmış yollarda şölen havası hâkimdi. Dansçı kadınlar kendi çadırlarının önlerine çıkmış büyük gösteriler öncesi kendi reklamlarını yapıyorlardı.

Berengar ve Drest gibi iki ergen çocuk için bir kadının eteğini diz kapağının üstüne kaldırması bile salya akıtacak cinsten bir hareketti. Ve şu an gözlerinin önündeki sahne, tamamen burun damarlarını zorluyordu.

Yolun iki tarafına sıralanmış bedenlerinin yarısından fazlasını teşhir eden onlarca kadın ve onları izleyen sayısız genç yaşlı erkek vardı.

Drest zorlukla gözlerini bu şehvet dolu insanların üzerinden Berengar’a çevirmek üzereydi ki karşısında üç yüz gördü. Birbirine tıpatıp benzeyen üç kardeşti bunlar. Ortalarında duran Broos en büyükleriydi. Klasik bir büyücü cüppesi giyiyordu. Ateş kırmızısıydı, o da tıpkı Drest gibi ateş büyüsü üzerine eğitim görüyordu. Cüppenin şapkasını takmamıştı. Dağınık saçları, serseri görüntüsüne katkıda bulunacak derecedeydi.

‘’Siz bakir çocuklar nereye gidiyorsunuz ağzınızın sularını etrafa saçarak?’’ dedi Broos, bunları söylerken alaycı kahkahasını eksik etmemişti. Diğer iki kardeşi de onu taklit ederek kahkaha attılar.

‘’Turnuvaya.’’ Dedi Berengar, Drest’in karşılık vermesine fırsat vermeden.

‘’Turnuva mı dedi o?’’dedi Broos arkasındaki kardeşlerine dönerek.

‘’Öyle söyledi.’’ ‘’Kesinlikle.’’ İki ikiz kardeş aynı anda konuşmuşlardı.

Birbirlerine tıpatıp benzeyen iki çocuktan soldakinin adı Benji idi, diğeri Joel. İkisi de savaşçı sınıfındaydı. Berengar kadar olmasa da normal insanların yanında, en azından Drest’in yanında, iri sayılırlardı. Ve Broos’un aksine ikisi de sarışındı. Yeni çıkmaya başlayan sakal tüyleri güneşin altında sırıtıyordu.

‘’Hahaha. Gerçekten öyle söylediler.’’Dedi Broos, ellerini göğüs hizasında kenetledi. ‘’Siz çocuklar, özellikle de sen gücün ateş kertenkelesi, turnuva da kendinize dikkat etmenizi umuyorum. Bir okul arkadaşınız olarak. Hahaha’’Sözlerini bitirir bitirmez karşısında sinir küpüne dönmüş iki çocuğa sert bir omuz atarak yanlarından ayrıldı. Benji ve Joel de onu takip ettiler.
Drest onun arkasından yanıp tutuşan gözlerle baktı. Sağ elinde küçük bir alev topu oluşturdu, tam Broos’un başını hedeflemişti ki Berengar tarafından durduruldu. Berengar kafasını iki yöne salladı. ‘’Zamanı değil.’’

‘’Tch. Ona göstereceğim, alev kertenkelesinin kim olduğunu! Ejderhanın önünde diz çökecek!’’İçinden küfürler ederek ayrıldı Drest oradan. Tabi Berengar da peşinden…

***

İki çocuk hızla kayıt yerine geldiler. Turnuva için festival alanının en güneyinde dört küçük ve bir büyük arena kurulmuştu. Arenaların hemen önünde başvuru alan iki büyük çadır vardı. Sağdaki çadır savaşçılar içindi. Siyah kumaş üzerine girişi belirten kırmızı kılıç şekilleri işlenmişti.

Berengar gözlerini çevirip Drest’e baktı ve Drest kafasını hafifçe salladıktan sonra hızla, temel büyü türlerini simgeleyen renklerle kaplanmış olan soldaki çadıra girdi.

Bu tür bir turnuvaya pek fazla katılımcı olmuyordu. Şimdi de çadırın içinde sadece Drest ve başvuru alan büyücü bulunuyordu.

Turnuvada sakatlanma riski karşılığında verilen ödül çok önemli bir şey değildi. Büyücüler için büyü damarlarında akan esansı çok az miktarda saflaştıran bir iksir. Ortalama zenginlikteki bir aileden gelen bir büyücü için daha yüksek seviyede saflaştırma iksiri bile pahalı sayılmazdı.

Drest yetimdi, bir ailesi yoktu. Garnizon Akademisinin sağladığı şartlar bile yeri geldiğinde yetmiyordu. Gelişimi için gerekenleri şans eseri bulmadığı sürece sadece turnuvalarda elde edebilirdi.
Tabi Kian’dan da kendine iksir yapmasını isteyebilirdi ama onun gözünde Kian henüz başarılı bir şekilde saflaştırma iksiri yapacak seviyede değildi. En azından bu turnuvanın ödülü olan iksiri yapabilmek için altıncı seviyede olmak gerekiyordu. Kian bir seferinde ikinci seviyenin zirvesinde olduğunu ağzından kaçırmıştı. Yani henüz o seviyeye gelmemişti.

‘’İsmin?’’ dedi geniş masada oturan büyücü. Geniş kollu bir cüppe giyiyordu. Silindirik şapkası içine gömülmüş, çok da yaşlı olmayan parlak yüzlü bir kadındı. Kızıl saçları iki yanından cüppenin içine düşse de en azından beline gelecek kadar uzundu.

‘Saçları ona hiç zorluk çıkartmıyor mu?’ diye düşündü Drest. Kadının ona bakmakta olduğunu fark etti. ‘’ Drest Traidha.’’

Drest ismini söyledikten sonra kadın yanındaki, Drest’in o ana kadar fark etmediği biçimsiz taşı aldı. Yavaşça ve çok fazla dikkat göstererek Drest’in önüne getirdi. ‘’Kullanmadığın elini taşın üstüne getir. Büyü gücünü ve türlerini ölçeceğim.’’ Dedi sakin bir ses tonuyla. Dikkati hala sıradan bir taştan farklı görünmeyen taştaydı.

Drest kadını örnek alarak oldukça dikkatli bir şekilde sol elini taşın üstüne getirdi.  Nefes düzeni alışagelmedik bir şekilde yavaşlamıştı. Sanki büyü enerjisi ile birlikte ciğerlerindeki oksijen taşa geçiyordu.

Drest’in nefesi yavaşladıkça taşın koyu gri rengi değişti, parlak iki kızıl ışık belirdi. Ama her şey bitmemişti, taş hızla renk değiştirirken büyücü kadının gözleri büyümeye başladı. Derin nefes alırken sivri şapkası neredeyse düşecekti.





24 Mayıs 2016 Salı

AN - Bölüm 8: Düşe Kalka (2)


Angoria – Bölüm 8: Düşe Kalka (2) 

Shimao Che kendisine doğru yıldırım gibi fırlamış olan elderin ne yaptığını ancak anlayabilmiş ve vücudunu sağa doğru döndürmüş idi.

Shimao Che daha çekildiği anda elder tekrar ortaya çıkmış ve yumruğunu boşluğa doğru savurmuştu. Yumruktan çıkan güç öyle fazla idi ki?! Yumruğun hemen ardından gelen rüzgar bir insanı kolaylıkla uçurabilirdi.

Shimao Che daha sevinemeden yanında bulunan elderin yumruğunun tekrar ona doğru geldiğini gördü. Ancak sadece görebilmişti, tepki verebileceği sürenin ancak yarısı kadar zaman sonrasında ise suratına doğru gelen yumruğun damarlı dokusu ile birlikte en sağlam kayayı  bile delecek güçteki kemiklerini görmüştü.

Shimao Che yumruk bedenine değdiği anda bir kısrağın çifte atmış olduğunu hissetmişti. Yumruk değdiği anda Shimao Che'nin burnun hemen yakınlarında ufak bir şok patlaması oluşmuştu. Bunun sonucunda ise Shimao Che otuz adım geriye doğru uçmuştu...

Uçuşun ardından ise yaklaşık on beş adım daha sadece takla atarak geçirmişti. En sonunda durduğunda ise sırt üstü yerde uzanmakta idi. İstemsiz olarak ağzı açılmış ve dışarıya doğru şeffaf bir madde tükürmüştü. 

Daha tam olarak ne olduğunu anlayamadan Shimao Che elderin tekrar şimşek gibi ona doğru geldiğini fark etti. Hızlıca toparlanmak istese de elder,  daha toparlanmanın ilk harfini bile başaramamışken bir anda karşısına dikilmiş ve sağ bacağını sonuna kadar açarak boy hizasını geçirtmiş bir şekilde duruyordu. 

Shimao Che en fazla bir saniyesi olduğunun farkındaydı. Hızlıca etrafında bir kaç takla attı ve kendisini tekmenin gücünden korumak istedi.

Nitekim de öyle olmuştu. Aziz bacağını hızla yere indirmiş ve topuğu ile beyaz bir buzdan bile sağlam taşta çatlak demeti ortaya çıkarmıştı. 

“Ben... Bunu yenemem elderim!!!” diye elderine bağırmış ve seslenmişti Shimao Che. 

O sırada ise elder gözlerini kapatmıştı ve derin bir meditasyon içerisine dalmıştı. Öyle derin bir meditasyon içerisinde görünüyordu ki; gökyüzünde ki bir Anka bile onu rahatsız edemezdi. 

Shimao Che elderden bir hayrın gelmeyeceğini anlamıştı. Karşısında bulunan elderin minyatür versiyonu ise hiç ara vermeden saldırmaya devam ediyor ve Shimao Che’nin bu dövüşten sıyrılmasına izin vermiyordu. Onun ile tıpkı kedinin fare ile oynadığı gibi oynuyordu. 

Shimao Che yüzüne doğru gelmekte olan yumruktan bir kez daha son anda kurtulmayı başardı ve kendisini koruyabilmek için üç adı geriye doğru sıçradı. Minyatür elderin gücü o kadar fazla idi ki! Shimao Che’nin yapabileceği tek şey sadece kaçmak oluyordu. 

Her saldırısı ile biraz daha güçlenen elder yerinden bir şimşek gibi tekrar fırlamış ve doğrudan Shimao Che’nin arkasında belirmişti. Shimao Che arkasında olduğunu hissetmiş ve yüzünü eldere doğru döndürmüş olsa da yapabilecek pek bir şeyi kalmıyordu maalesef...

Elder iki elini de hızlıca yumruk yapmış ve belini kıvırarak ikini de aynı anda vurmuştu. Yumruklardan birisi Shimao Che’nin boynuna doğru gelirken bir diğeri ise karnına tamamen Phialamının olduğu noktaya denk gelmişti. Tek yumruğunun kuvveti ile rüzgar oluşuyor ise iki yumruğu ile en az kasırga çıkartacak kadar güçlü idi. 

Shimao Che yediği darbe ile birlikte gökyüzünde uçtuğunu hissetmişti. Yaşarken böyle bir darbe yemiş olsa idi öleceğini kesinlikle biliyordu. Ancak burada... Sadece beyaz kana benzeyen sıvı ağzından dışarıya doğru fışkırmıştı.

Uçtuğu sürenin sadece bir veyahut iki saniye olduğunu bilen Shimao Che yere düşüşü için şimdiden kendisini hazırlamıştı. En azından kafasını koruması gerektiğini düşünen Shimao Che ellerini başının üstüne koymuş ve bacaklarını kendisine doğru çekmeye çalışmıştı. 

Gözlerini açıp zemin ile buluşacağı sırada görüntü titremiş ve elderin silueti ortaya çıkmıştı. Bir önceki sefer olduğu gibi bacağını havaya doğru kaldırmış ve Shimao Che’nin menziline girmesini beklemekteydi. Yapabileceği pek bir şey bulunmayan Shimao Che kendisini akışına bırakmış ve sonrasında neler olabileceğini düşünmemeye karar vermişti. 

Gittikçe zemine doğru yaklaşan Shimao Che son bir gayret ile birlikte bir dirseğini bükmüş ve vücudunu o bölgeye doğru yönlendirmişti. 

İşte tam o sırada Shimao Che düşeceği yerde ufak bir hatanın olduğunu fark etmişti. Normalde düşmesi gereken yere değil de onun bir kaç santim soluna doğru düşüyordu ve bu hesap ile birlikte düşeceği nokta tam olarak... 

Elderin göğsünden başka bir yer değildi. 

Shimao Che en azından eldere kendi gücünden bir nebzede olsa tattırması gerektiğini düşünüyordu. Dirseğini diğer eli ile sabitlemiş ve tüm gücü ile elderin göğsüne doğru vücudunu indirmişti. 

Vurmuş olduğu hasar ile birlikte yere düşen Shimao Che içinde büyük bir mutluluğun dalgalandığını hissetmişti. Hızlıca toparlanan Shimao Che karşısında bulunan eldere neler olduğunu gözlemlemeye çalışmıştı. 

Elder Shimao Che’nin vurmuş olduğu hasar ile birlikte elderin bir iki adım geriye sendelediğini fark etti. Şaşkınlığı ile birlikte, suratı gökyüzüne ilk kez bakabilmiş domuzun suratına dönmüştü.  

Yapabileceği en güçlü saldırıyı yapmış olmasına rağmen, elderi sadece bir iki adım geriye ittirebilmişti. Bu kadar güçlü bir kişiyi orada oturan elder nasıl dövmemi bekleyebilirdi ki.

Shimao Che rakibin bir iki saniyelik saldırmazlık sonucunda karşısındaki rakibi incelemiş ve dudağından beyaz tıpkı onun ki gibi şeffafımsın sıvının ince bir iz bırakarak döküldüğünü fark etmişti. İçinde bir umut yeşeren Shimao Che “En azından vuruşum etkili olabilmiş “  diye düşünmeden edememişti. 

O sırada aziz meditasyon durumundaymış gibi bir rol oynuyordu. Minyatür bedeninin etrafa yaymış olduğu Qi dalgaları sayesinde olan bitenden anında haberdar oluyor ve dövüşün ne yöne doğru çekildiğini az çok tahmin edebiliyordu.

Elder gözlerini kısık bir vaziyette tutmuş ve Shimao Che'nin suratına doğru gözlerini dikmişti. Çocuk hiç bir şeyden habersiz karşısında ki rakibe vurmuş olduğu darbe için sevinirken, elder ise bıyık altından gülmekte idi. 

Çünkü minyatürde olsa kendisinin yenilmezliği tüm Angoria’nın taşlarına konu olmuştu. Üstelik öldüğünde gücün tek bir damlasına sahip olamayan birisi için o minyatürün güç seviyesi yeterde artardı bile. 

O sırada Shimao Che minyatür elderden gelen bir başka yumruğun daha tadına bakmakta idi. Yumruk canını o kadar acıtmıştı ki. Başında oluşan bir uğultudan ötürü çenesinin kırıldığını bile hissedememişti. Çenesi ile birlikte yumruğun etkisi sayesinde ağzından dört adet diş de beyaz zemine doğru fırlamıştı. 

Shimao Che yere düştüğü anda belinde bir acı hissetti. Bu acı o kadar dayanılmazdı ki gözlerinden yaşların gelmesine bile engel olamamıştı. 

Hızlıca olduğu yerden kalkan Shimao Che rakibin karşısında dimdik durabilmek için belinde ki acıyı boş vermiş ve ellerini yumruk yapmıştı. 

Karşısında ki elder bir anda tekrar kaybolmuş ve arkasında belirmişti. Shimao Che arkasında belireceğini tahmin etmiş ve bu yüzden hızlıca arkasına dönmüştü ama...

Suratına balyoz etkisi ile çarpacak olan tekmeden nasıl haberdar olabilirdi ki?! Daha tekmenin havaya kalktığı anda kafasına doğru ineceğini bildiğinden ellerini hızlıca korunma pozisyonuna getirmiş ve tekmenin gelmesini beklemişti. Nitekim beklediği de gerçekleşti. Tekme bir balyozdan daha çok bir dağ ile ona vurulmuş gibi etki yaratmış ve Shimao Che etki ile birlikte son sürat sürüklenmiş idi. Yerde bir iki takla attıktan sonra Shimao Che tekrar doğrulmuş ve rakibini nasıl yenebileceğini düşünmeye koyulmuştu. 

Bu sırada yemiş oldu bir iki yumruk ile birlikte bir kaburgası ve elmacık kemiği kırılmıştı. Suratının hali acınacak durumlara düşen Shimao Che son anlarını yaşadığına inanıyordu. En fazla bir iki tane daha saldırıya dayanabilir sonrasında ise ölü ruhu tekrar ölmüş olurdu. “Acaba ölü bir ruh ölürse ne olur. Komple silinir mi ki? “ diye düşünüyordu.

Karnına yemiş olduğu son tekme ile birlikte ağzından salya ile karışık akmakta olan şeffafımsın kan diye nitelendirdiği şey ağzından fışkırmıştı. Darbenin etkisi ile birlikte vücudunun hemen yakınında sonik bir patlama olurmuş ve bir kez daha uçma aşamasına geri dönmüştü. 

Gözlerinin artık açılmak istemediğini fark eden Shimao Che gözlerini açmamış ve hızlıca yere düştükten sonra beyaz zemin de 3 kez takla atmış sonrasında ise yüz üstü olarak yere düşmüştü. 

Sanırım buraya kadar ha? Diye düşünen Shimao Che’nin zihninde bir başka düşünce ortaya çıkmıştı. “ Yeni bir yaşam Yeni bir umut” düşüncesine ne olmuştu peki? Shimao Che bunu düşündüğü anda gözlerini açmak istemişti. O yeni yaşamı elde edip istediği her şeyi yapacaktı. Bunun bir başka kaçış yolu yoktu! 

Belinde, yüzünde ve kolunda bulunan çatlaklara aldırış etmeden doğrulmaya çalıştı. Her hareketi bir başka ıstırap dolu saniyelerin gelmesine yol açıyordu. Bu sırada hareket ettiğini gören minyatür elder tek kaşını kaldırdı ve onca zaman sonra “ Bu çocuk yok olmayı düşünüyor herhalde? “ diyerek ilk kez konuşmuştu. 

Bu işe bir son vermesi gerektiğini düşünen elder ayağa kalkmaya çalışan Shimao Che’ye doğru koşmaya başladı. O sırada ise Shimao Che ayağa kalkmış ve sürekli olarak “Yeni bir yaşam, yeni bir umut!” diye mırıldanmakta idi. 

Bir mantra olarak sürekli tekrarlayan Shimao Che kalbinin her kelime ile birlikte daha çok gümbürdeyişine şahit oldu. Önünde bulunan elder için artık yenilmesi gereken bir rakip gözü ile bakıyordu. “ Eğer bu elderi yenemezsem, yeni bir hayatın saman alevi gibi yok olacağı kesin! “ diye kendisine konuştu. 

Belinde ki acıyı önemsemeden doğruca karşısında bulunan elderin üstüne doğru koşmaya başladı. 

Elder de aynı şekilde ona doğru koşmakta idi. İkisinin arasında ki mesafe kapanırken hız farklarının belirginliği yüzünden Shimao Che elderin çoktan havaya doğru zıpladığını ve kendisine doğru uçan tekme ile geldiğini fark edememişti elbette ki...

Kırık çenesi ile birlikte avazı çıktığı kadar bağırdı Shimao Che ve elderin karşısında olmadığını anladığı anda ise bakışlarını doğruca havaya doğru kilitledi. Son sürat kendisine doğru gelen elderin kendisini fark etmesi sadece yarım saniyesini almıştı Shimao Che’nin. 

Hızlıca belinin izin verdiği kadarı ile yerde bir takla atmış ve tekmenin kendisine isabet etmesinden son anda kurtulmuştu. 

O sırada ise aziz çocuğun bu hareketi üzerine heyecanlanmış ve ağzından çıkan “Ooo..” sesine engel olamamıştı. Shimao Che fırsatın bu fırsat olduğunu düşünmüş ve Shimao klanın en temel saldırısı olan ilk kaynak hareketi “ Üç Meteoru “ kullanmaya hazırlanmıştı. 

Üç Meteor tekniği üç farklı aşamadan oluşmakta idi. Tekniğin prensibi kaynak damalarına yüksek kuvvette yumruk atarak rakibinin kaynak kuvvetine hasar vermekte idi. İlk aşama ikinci seviye başlangıç kaynak damarlarına sahip olmayı gerektiriyordu. Shimao Che kendisinde hiç bir zaman bulunmamış bu özellik ile birlikte ilk kez bu tekniği kullanacaktı. 

Teknik ile ilgili bütün yazılı metinleri daha 8 döngülük iken incelemiş ve hafızasına kayıt etmişti.

Kendisine güven aşılamak isteyen Shimao Che bunu yapabilirsin! Diye zihninde bağırıyor ve yapacağı tekniği zihninde bir kez daha inceliyordu. Elder tekrar ütüne doğru koşmaya başlamıştı. Shimao Che nedensiz yere elderin hızını bir nebzede olsa düştüğünü hissetmişti. 

Iyice emin olduğunda ise bacakları harekete geçti zihninde sürekli olarak tekrar ettiği “Yeni bir yaşam, yeni bir umut” mantrasının kendisine kuvvet verdiğine inanıyordu. 

Elderin kendisine doğru bir döner tekme attığını fark eden Shimao Che çevikliği sayesinde hızlıca açıkta kalan bacağının altından kaymış ve sonrasında ise vücudunda biriktirebildiği tüm kaynak gücü ile birlikte yumruğunu elderin diz kapağının arka kısmına vurmuştu. 

Teknik o kadar güçlü idi ki. Karşısında ve koltuğunda oturan elderler hayret nidalarını eksik edememişti. 

Vuruşun etkisi ile birlikte ufak bir duman bulutu minyatür elderin bacağından dışarıya doğru çıkmıştı. Bu sırada ise Shimao Che'nin acıya bileceği en yüksek acı katsayısına ulaşmış ve istemeden de olsa eline bakmasına yol açmıştı. Çünkü elinde ki bütün parmaklar birer toz zerreciği kadar ufak kemik torbalarına dönüşmüştü. 

Shimao Che gözünden çıkan bir damla yaş ile birlikte avazı çıktığı kadar bağırdı. Bağırmasının acısını dindireceğine inanıyordu. Tam o sırada ise sıratına doğru gelen topuğu elbette ki görememişti.. 



Yazar Notu: Bölüm en az 1.7 civarında oldu. Finallerim olduğu halde yazma zorunluluğu hissettiğim için yazdım :D eğer finaller iyi giderse hep belli mi olur size finallerimin olduğunu bile unutturum belki :D dediğim gibi güzel giderse hafta sonuna belki Dead Days de gelebilir :D bu sıralae uzun yazmaya çalışmak istiyorum o yüzden bölüm 19-29 ve 30. Bölümler gibi uzun gelmesinin ihtimali yüksek :D 

Bakalım Shimao Che o göremediği tekme karşısında neler yapıcak :D yorumlarınızı ve önerilerinizi beliyorum :D haydi iyi okumalar