2016

2 Ekim 2016 Pazar

İzinsiz işler


Selam millet ben aydehan :D 

Bir çoğunuzun bildiği üzere sitemizde Çeviri işine de girmiş bulunmaktayız. Serilerimiz kah hızlı geliyor kah yavaş geliyor ancak bir şekilde bu Çeviri işlerini elimizden geldiği sürece devam ettiriyoruz. 

Seriler şuan durgunluk yaşamış olsa da bir zaman sonra tekrar başlayacaktır. Yani tamamen durdurulmuş projeler haline gelmemiştir. 

Başka grupların çevirmek için mail atarak izin istemesi çok iyi bir durum evet ama red edildiklerinde kafalarının dikine giderek bu olayı üstelemeleri absürd bir olay bence.

Çevirmen alımlarımız açık durumda eğer çevirmek istiyorum derseniz buyrun sizi ekibimize davet ediyorum. Gelin sizin de çeviriniz burada yayınlansın :D 

Lütfen onun dışında Seriler hakkında benim ile iletişime geçmeyiniz. İlerleyen dönemde eğer Serilerimiz durmuş olursa zaten bu sizlere belirtilmiş olacaktır. 

Teşekkürler.


9 Ağustos 2016 Salı

Bir Bölümcük daha Angoria


Evet Angoria Geldi bir bölüm ama olsun sizi bir nebze atg'den sonra keser ha?

Birde şuan elimde pmg var ancak düzenlenmedi düzenlenince onuda yükleyeceğim bu sayfaya o yüzden F5 leri eksik etmeyin ve beni yeni tarikat lideriniz seçin :D

Angoria Bölüm 16 için Buradaki bağlantıya tıklayabilirsiniz.

Angoria Bölüm 17 için Buradan bağlantıya tıklayabilirsiniz

Pmg Bölüm 59 için ise Ha buradan tıklayarak ulaşabilirsiniz




Keyifli okumalar

7 Ağustos 2016 Pazar

6 Ağustos 2016 Cumartesi

DD- Bölüm 64


DD- Bölüm 64: Hayaller ve olaylar.


Selam millet Mete karşınızda, uzun bir aradan sonra bizim yazar tekrar bizi yazmayı akılSarayın içerisinde ilerledikçe desenler değişmeye başlıyor sadelik kendisini lükse bırakıyor, etrafı süsleyen sandalyeler altın ve elmas kaplamalı sürahi ve kadehler, devasa boyutlarda nadide tablolar ile çevrelenmiş duvarlar... Bir miktar daha ilerliyorum sarayın içerisinde esasen bir miktar değil ama... Sarayın en sonunda ise koca bir... Evvet Metemiz bu tür hayalleri kurakoysun biz Ankara içerisinde bir başka noktaya ilerleyelim. Esasen fazla uzağa değil aynı köy içerisinde bir başka eve, hazır başlamışken de bir kaç gün geriye gidelim... “Selim abi, sence de artık dışarıya çıkmamız gerekmez mi? “ “ Neden çıkalım ki? Gereksiz. “ “ Nasıl gereksiz olsun Selim!! Çıldırdın mı? Ne yiyip ne içicez!!! Çocuklar açlıktan kıvranmak üzere. “ Bunu dedikten sonra Selim çenesini ve “ Tekrar söylüyorum, bizim çıkmamıza gerek yok. Onu Cevdet'e söyleyeceğiz, unuttunuz mu? Borcu dağları geçti...” Etrafındaki insanlar bu sözcüklerden sonra istemsiz olarak sırıtmaya başladılar. Birisi kendisini o kadar çok kaptırmıştı ki, Yeşilçam filmlerinin kötü adam rolünü sanki kendisi oynuyor gibi kahkaha atmaya koyulmuştu. Selim çenesini ovuşturmuş ve ortada çatırdamakta olan ateşin sesi ile birlikte düşünmeye başlamıştı. Ateşin ısısı yanaklarına değiyor ve istemsiz olarak terliyordu. Kafasında yer yer kelleşmiş olan saçlarını ovuşturmuş ve planını kurmuştu. Bakışlarını etrafındakilere yönlendiren Selim, “ şuan bir çocuğa ev yapmak ile uğraşıyor değil mi? “ diye sormuştu. İçlerinde en genç olan kişi elini kaldırmış ve “ aynen çocuğun tekine sıfır ev yapıyor. Hayır bakan çocuğu sanki çocuk, biz ev yapalım dediğinde kılını bile ihtiyar
 
edebildi. Kung Lao’nun aşkına yanıp tutuşan yazara bir trip bir hakaret ederek tekrar bana bağlanmasını sağladım. Bok yiyisin Kung Lao!!


Bu kadar isyandan sanırım yeterli olacaktır. O zaman konumuza dönelim…


***
Ev yapımına başladığımızda ne yalan söyleyeyim hızlıca biteceğini düşünmüştüm. Sonuçta ufacık bir kulübe ne kadar uğraştırabilir ki? Değil mi? Ancak bu şekilde uzun süreceğini hiç ama hiç düşünmemiştim. Tamam ev yapacağımı söyledikten sonra tam üç gün boyunca sıkıca çalıştım. Yani şöyle çalıştım ama kızlar gelirse onlara yönelmeyi de ihmal etmedim.


Sahi şimdi aklıma geldi de, bizim vampir kız… Neydi adı… Her neyse, nerede ki acaba? Onunla konuşmak da iyiydi aslında.


Üç gün boyunca canım çıkana kadar çalıştıktan ve elime sadece ev diyebileceğim bir temel ve dört kirişten meydana gelen bir yer çıkınca (duvarlar bile yok siz düşünün!! Oha 4. duvar içinde 4. duvar mı oluyor şimdi bu ? ) en sonunda ‘’Sokarım ulan böyle işe!!’’ dedim ve yaktım cuaramı bu arada iki dal cuara borcum olan şahıs al buyur borcum borcdur merak etme marlboro yok ama idare edicen artık. Cuaramdan çıkan duman ile birlikte daire çıkartıp etrafı incelemeye koyuldum.


Bu arada kan ihtiyacı ciddi ölçüde sıkıntı bir şey, onuda etraftaki hayvanları delik deşik ederek karşılıyoruz ama daha ne kadar idare eder beni inanın bilmiyorum. Sünger gibiyim şerefsizim, öyle ki karnımı doyurduğumda bir hayvan ölme noktasına geliyor anında…


Garip ihtiyar da ev yaptığımdan ötürü benim ile birlikte çalışmaya başlamış ve son kuvveti ile çalışmayı sürdürüyor. Arada yardım ediyorum tabi ki o kadar da hayvan değiliz lan !!

Her neyse işte aradan bir hafta falan geçti ki ancak şuan ki konumunu alabildi. Sonrasında ise malum hali aldığında sinirlendim ve yaktım bir cugarayı.

Neden bilmiyorum ama içimde garip bir his var, nasıl desem kesin bir boklar olacak biliyorum. Neyse şimdilik sigaram ile keyif çekmeye devam edeyim en iyisi

Altında uzunluğu meh derecede, susuzluktan korumak üzere, yer yer sarılaşmış çimenler durmakta bu çimenleri elim ile sıkıyorum bir yandan da hayallere dalmaya başlıyorum.

Gökyüzünün tamamen açık olduğu, yağmurun bitip yerini harika gökkuşaklarına bıraktığı, batıdan esen ılık ve rahatlatıcı rüzgarın saçlarıma nüfus edip dalgalandırdığı, dünyevi yaşamın köküne kadar hissedildiği, ve yanımda dillere destan kadınların olduğu....

Ardından kendimi bir anda ucu bucağı olmayan bir sarayın içerisinde buluyorum kendimi, kristallerin içerisinde kendinden emin bir şekilde yanan Işıklar, gösterişli ile adım atmaya korkacağın halılar,  öylesine içten ve sıcak aynı zamanda bir o kadar da kafa karıştırıcı duvar motifleri... Öylesine karışık ki her karesinde ayrı bir olgu çıkarabilecek muazzamlıkta.

Sarayın içerisinde ilerledikçe desenler değişmeye başlıyor sadelik kendisini lükse bırakıyor, etrafı süsleyen sandalyeler altın ve elmas kaplamalı sürahi ve kadehler,  devasa boyutlarda nadide tablolar ile çevrelenmiş duvarlar...

Bir miktar daha ilerliyorum sarayın içerisinde esasen bir miktar değil ama... Sarayın en sonunda ise koca bir...

Evvet Metemiz bu tür hayalleri kurakoysun biz Ankara içerisinde bir başka noktaya ilerleyelim. Esasen fazla uzağa değil aynı köy içerisinde bir başka eve, hazır başlamışken de bir kaç gün geriye gidelim...


“Selim abi, sence de artık dışarıya çıkmamız gerekmez mi? “
“ Neden çıkalım ki? Gereksiz. “
“ Nasıl gereksiz olsun Selim!! Çıldırdın mı?  Ne yiyip ne içicez!!!  Çocuklar açlıktan kıvranmak üzere. “
Bunu dedikten sonra Selim çenesini ve “ Tekrar söylüyorum, bizim çıkmamıza gerek yok. Onu Cevdet'e söyleyeceğiz, unuttunuz mu? Borcu dağları geçti...”

Etrafındaki insanlar bu sözcüklerden sonra istemsiz olarak sırıtmaya başladılar. Birisi kendisini o kadar çok kaptırmıştı ki, Yeşilçam filmlerinin kötü adam rolünü sanki kendisi oynuyor gibi kahkaha atmaya koyulmuştu.

Selim çenesini ovuşturmuş ve ortada çatırdamakta olan ateşin sesi ile birlikte düşünmeye başlamıştı. Ateşin ısısı yanaklarına değiyor ve istemsiz olarak terliyordu. Kafasında yer yer kelleşmiş olan saçlarını ovuşturmuş ve planını kurmuştu. Bakışlarını etrafındakilere yönlendiren Selim, “ şuan bir çocuğa ev yapmak ile uğraşıyor değil mi? “ diye sormuştu.

İçlerinde en genç olan kişi elini kaldırmış ve “ aynen çocuğun tekine sıfır ev yapıyor. Hayır bakan çocuğu sanki çocuk, biz ev yapalım dediğinde kılını bile ihtiyar, söz konusu o olduğunda yerinde duramıyor. ‘’ demişti.


Selim ellerini birbirine ovuşturdu. Elleri yıkanmamaktan o kadar kirliydi ki, avuç ilerinde siyah uzun iplikler ortaya çıkmıştı, daha sonrasında elinde bulunan kir ipliklerini temizleyen Selim ‘’O zaman bizde onun işine taş koyar kendi işimizi yapmasını sağlarız’’ dedi ve suratına bir sırıtma yerleştirdi.


Selimin etrafına toparlanmış insanların hepsi gözlerini pürdikkat dikmiş ve söyleyeceklerini dinlemeye koyulmuşlardı. Selim insanların kendisine pürdikkat baktığını gördüğünde tatmin olmuş ve dudaklarını hareket ettirmeye başlamıştı, ‘’ Şimdi beni çok iyi dinleyin….’’ diye başladığı konuşmasında yeni yeni sarmaya başlamış yanakları uyum eşliğinde sallanmaya koyulmuştu.
***
Rüyalarında yapmadığı hareket yapmadığı şey kalmayan Mete birden omuzunda bir el hissetmişti. Daha ne olduğunu anlayamayan Mete daha sonrasında ise ağzını bir elin kapattığını hissetmişti. Oldukça nasırlı bir el olduğunu hisseden Mete tam küfür ediyordu ki…


Tanıdık bir ses onu susturmuştu, ‘’Hey çocuk benim, bağırmana gerek yok. Şimdi seni bırakıcam ‘’ demiş ve ellerini gevşetmişti. Mete yaşlı olmasına karşı güçlü olduğunu hissetmiş gevşeyen eller ile birlikte kendisine gelmişti.


Yeter artık yazar bırak kağıdı kalemi!! Siktirme tahtanı!!


Tamam kabul anasını satayım ihtiyarın elleri mengene gibi kapandın mı ne hikmetse açılmıyor. Her neyse sessizce ihtiyara doğru ‘’ Hayrola ? ‘’ diye seslendim.


‘’Sessiz ol… bu gün dışarıya çıkmamız lazım ? ‘’
‘’ Ne oldu ki lan ? Nereye gidiyoruz hem akşamın bu kör vaktinde ne bok yiyecen ki? ‘’
‘’ Sebebini bilmene gerek yok, kalk hadi gidiyoruz ‘’ dedi ve elimden çektirmeye başladı.


Bende ses etmedim açıkçası işime gelir kodumun yerinde sıkılmıştım. Can sıkıntımı geçirsin yeterli…


Gittiğimiz yer neresi olacak merak içerisindeyim umarım kalabalık mekanlardan birisi olur…


Tam bunu demişken ihtiyar bir anda durdu, haliylen bende durdum tabi…


daha sonrasında karşımda bir Jeep’in olduğunu ve arkasında iki adet makineli tüfeğin yerleştirilmiş olduğunu fark ettim. Bu sırada ise ihtiyar sessizliğini koruyordu. Dudakları zar zor açılarak ‘’Atla’’ demiş ve daha sonrasında ise arabanın içine doğru binmişti…

Yazar Notu: Evet bir bölümün sonuna geldik ve uzun süredir yazamıyorum, DD bekjleyenlere kısa gelecek biliyorum ama anlayın artık benim formatım bu :D Benden fazla uzun beklediğinizde hepinizin bildiği gibi 19 bölüm çıkıyor :D Neyse fazla uzun tutmamıza gerek yok.


Acaba Mete gittiği yolculuğunda kadın bulabilecek mi?
Yoksa kadın zombi mi olacak?
Yeni yeni uçmaya başlayan kuş zombi kadın tarafından yenilecek mi?
İhtiyar gidilen yerden geri geldiğinde ne yapacak?
Mete bir başka evrim geçirecek mi?

Merak mı ediyorsunuz ? O zaman bekleyin,okuyun ve öğrenin :D

5 Ağustos 2016 Cuma

E.s Bölüm 6




Kuyudan yukarıya doğru uçarak çıktı ve yere indi. Sırtındaki ateşten kanatlar yavaşça sönerek bedeni normal görüntüsünü almıştı. 

Dışarıda Drowlarla, Elf dostu ve onun çağırdığı arkadaşları savaşıyorlardı. Üç Troll koruma ise boğazları kesilmiş bir halde cansız yatıyorlardı. Durum hiç de iyi değildi. On beş kişilik bir Elf grubuna karşı yüzelli kadar Drow savaşçı vardi. Ayrıca yüz civarı da Elf ve Drow cesetleri etrafa saçılmış bir haldelerdi. 

Hemen yanı başında gözüne çarpan iri boyutlu olan Trollun taşımış olduğu iki adet savaş baltasini aldı ve Drow birliklerine karşi arka tarafdan saldirmaya başladı. Bir anda, bir kaç Drow’un bedenleri ikiye ayrılarak yere serildi. Roanfin ise çift kılıç elinde on kadar Drowla savaşıyordu. Tam da tüm umudunu yitirmişken arka taraftan ölen Drowlarin çığlık sesleri gelmeye başladı. 


Eldar ! Diye haykırdı, sevinerek. Onun dostundan başkası olamazdı bu. Drowlar ise bu ani saldırı karşısında şaşırdılar. Bir anda 40 kadar kişiyi kaybetmişlerdi. Etraflarında ateşten toplar yağıyor, adamlar yanarak ölüyorlardı. Bu ateş toplarının kaynağı ateşten kuyulardı. Belli ki ateş kuyularından da destek geliyordu. 
Eldar, Drow Komutanıyla karşı karşıya geldiğinde baltalarını yan tarafına fırlatarak attı. Bir eline kalkanını, diğer eline de özel yapım kılıcını aldı. 

Savaş naraları atarak ve ölüm saçan sözler sözler söyleyerek birbirlerine daldılar. Eldar, aniden gelen bir oku kalkanıyla savuşturdu, Komutan hile de yapıyordu. 

( Y. N. Orta çağ savaşlarında kollara monte edilebilinen ufak suikast bıçakları atmaya yarayan duzeneklerin benzerleri , Çin savaşçilarda ve ninjalarda, zehirli iğneler ve bilyeler olarak da yerini almıştır. 
* Bu savaşta komutanın kolunda kuçuk bir arbalet ve ok fırlatan bir duzenek mevcuttu. ) 

Ayni anda Drow’un hamlesini diğer elindeki kılıcıyla karşıladı. Kıyasıya kapıştılar. Komutan saldırıyor, Eldar karşılıyordu. Usta bir hareketle Drow’un hamlesinden siyrildi ve kılıcını koluna doğru savurdu. Komutanın bir kolu koparak bedeninden ayrıldı, simsiyah renkli bir kan kolundan fışkırırcasına akıyordu.

 Acıyla tekrar saldırdı. Diğer tarafta, Roanfin ve arkadaşları Drow askerlerini öldürmüşler, beş kişi daha kayıp vermişlerdi. Artık tüm gözler, özel yapim zırhlı savaşçı ve Drow Komutan’ındaydı. 
Eldar, bir saldırıyı daha savuşturdu, sırtını Drow’un sırtına yasladı ve ani bir ters hareketle kılıcını Drow’un yaslandığı sırtından boğazına doğru çaprazlama bir hareketle geçirdi, kılıç sırttan boğaza, oradan da beynine kadar saplanmıştı. Bir süre bu pozisyonda Eldar sırtında cansız bedenle bekledi, 

Kılıcını çektiğinde Komutanın cansız bedenini cehenneme uğurlamıştı. 
Kılıcındaki pis siyah kan pihtilarini cesedin üzerine sildikten sonra, ani bir hamleyle tekrar kınına geri yerleştirdi. Roanfine dönerek, 

-merhaba dostum ! Demek ki kaderimizde yaşamaya devam etmek varmış. Cesedin belindeki at başli kamayı aldı ve dostuna doğru uzattı. Artık sen de aradığına kavuştun dedi, gülümseyerek. 
- Peki, bu hançerin önemi nedir ? Neden bu kadar değerli ? 

Elf, bunu istersen şenliklerde konuşalım iki gün sonra geleneksel şenliklerimiz var o zaman sana bir ara anlatırım, hem de dinlenme fırsatımız olur dedi.  Birlikte Unicorn Klanı’nın topraklarina doğru yürümeye başladılar. 

2 Ağustos 2016 Salı

31 Temmuz 2016 Pazar

16 Temmuz 2016 Cumartesi

Baş Sağlığı


Hepinizin bildiği gibi, bir grup vatan haini insanların saat 22:00 civarında Ankara'da savaş uçaklarının uçuşu ile birlikte darbe girişimi başlamış ve bildiğiniz üzere ''Genel Kurmay Başkanımız'' esir alınmıştır.

Yapılan saldırılar TRT ve belirli bölgeler üzerinde yoğunlaştırılmış ve TRT içinde bir bildirge bile okutulmuştur.

Siyasi görüşü olmayan bir insan olarak şunu belirtmeliyim ki Cumhurbaşkanı ''Recep Tayyip Erdoğan'' yapmış olduğu her hareket ile darbe girişimini başarı ile önlemiş, Vatanın tıpkı 1980 darbesinde ki gibi dağılmasını engellemiş, ülkenin bütünlüğünü korumuştur. Bundan ötürü Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a teşekkürlerimi sunarım.

Sadece Cumhurbaşkanı değil bu darbenin önlenmesini sağlayan kişiler asıl bu işte ön planda olan, darbenin bu ülke için en kötü senaryo olacağını bilen bu cennet Vatan'ı için canını feda edecek Halkımıza büyük teşekkürlerimi sunarım. Halk sadece 1-2 saat sonrasında sokağa dökülmüş olsaydı bu gün sokağa çıkma yasağı içerisinde olurduk.

Bu vatan hainlerine karşı vatanı en iyi şekilde savunan, yapılan hareketler ile vatan sevgisini en iyi şekilde gösteren ve bu vatan uğruna can veren eşimiz, dostumuz, akrabalarımıza Allahü Teala'dan rahmet diliyorum. Umarım şehitlerimiz bu olaylar sonucunda, Cennetin en güzel yerlerine yerleşmişlerdir.

Dilerim ki bu tür olaylar bir kez daha patlak vermez. 1980 Darbesinden bu yana geçen  ''36'' koca yıl dilerim ki yüz yıllar boyu da devam etsin. Dış güçlerin istekleri için kardeş, kardeşi katletmesin...

Tekrar Başımız Sağ Olsun

15 Temmuz 2016 Cuma

11 Temmuz 2016 Pazartesi

PMG dediler geldi!!!


Çevirmenimiz her ne kadar 2 bölüm sözü vermiş olsa da size :D idare ediniz işleri çok olduğu için tek bölüm ancak atabildik :D

Neyse sizler daha fazla yazdıklarımızı okumayın ve kendinizi bölüme kaptırınız :D

Bölüme Buraya tıklayarak ulaşabilrsiniz :D

8 Temmuz 2016 Cuma

Can Sıkıntısına Bomba gibi gelen PMG!!!


Bir bölüm ile tekrar karşınızdayız mükemmel bir atlayış ile birlikte serimizin candan çevirmeni sizlere acıyıp (Can sıkıntınsına) bir bölümü daha harikulade çevirisi ile karşınızda TAAAAMAMAMMM :D fazla söze gerek yok :D

Yeni bölüme Buradan basarak ulaşabilirsiniz :D

Haydin iyi okumalar :D



5 Temmuz 2016 Salı

Ramazan Bayramınız PMG ile Mübarek Olsun


Bu gün güzel bir bayram gününden merhaba ilk gün bitti neredeyse ha? Eh bizimde idare eder bir şekilde geçen bayram günümüzün ardından sizleri de unutmamamız gerektiğini idrak ettik ve ''Yahu Pmg de ne güzel olurdu'' dedik.


Sizlerde öyle dediyseniz Buraya tıklamanız yeterli :D

Ulan salla şimdi onu bunu hani bölüm derseniz Şuraya tıklamanız yeterli :D

Yada na Oraya!!! tıklayarak okuyabilirsiniz :D

İyi okumalar dilerim :D Tekrar Bayramınız Mübarek Olsun !!!



3 Temmuz 2016 Pazar

Birisi PMG mi dedi?!!


Uzun bir aradan sonra bölüm sizlerin huzurunda sağolsun yeni taptaze çevirmenimiz bu konuda bizlere elinden gelen yardımı sunuyor ve bölümü şipşak sizlere yetiştiriyor :D Gelelim bölüme

PMG 51

Haydi iyi okumalar :D 

Not: Sizinde serinizi yayımlamamızı istiyorsanız lütfen bölümlerinizi düzenli olarak bize göndermeyi unutmayınız ilk 5 bölümden sonra göndermezseniz silme işlemine sokmak durumunda kalacağız :D 

Sevgilerle Aydehan :D

28 Haziran 2016 Salı

Tinnan Bölüm 4


Yazan: Tinnan
YN: Dikkat!!! Bu bölüm çok seksi olabülür 



Dang Fao kapıdan çıktığında uzun bir süre topallıyarak yürüdü, vücudu ruhları emerken Ruhsal Gelişim yolunda orta-seviye olmuştu.
Tapınakta ilerlerken labirentte kaybolmuş hissi veren duvarlar Dang Fao'yu şüphelendiriyordu.
Dang Fao 2 kişinin yaklaştığını hissedince donup kalmıştı, şu anda savaşmak tehlikeliydi.
Bunlar o günkü 2 yaşlıydı.Çogu geliştirici şu anda Kutsal İmparatorun Tapınağına akın ediyordu.
İmparatorun hazinesinin varisi olmuştu.
Uzun yıllar sonra ilk kez biri kapıyı açıyordu.
2 yaşlıda öldürme arzusu içinde tekniklerini açıga çıkarttılar.
Yıllardır varis olmak için binbir badireler atlatmışlardı.
Şimdi varisin onlardan başka birisine nasip olması onları sinirden kudurtuyordu.
Dang Fao öldürme arzusunu hissedince irkildi.Yorgun olmasa belki onlarla başa çıkabilirdi şu anda vücudu yorgunlukla boğuşuyordu.
2. Yaşlı gözlerini cubbesinden cıkarttığı bezle sardı ve kılıcının kabzasını tutarak Dang Fao'ya bakmaya başladı.
Dang Fao son gücünü topluyarak parmaklarına Ki topladı ve ağzından kan kustu.Topladıgı her Ki dantian merkezinden geldiği için hayatını kısaltıyordu.
2. Yaşlı saldırıya geçtiğinde Dang Fao sol ve sağ parmaklarındaki Ki'yi ayak bileğine yoğunlaştırdı vuruş için özel bir teknik kullanmıyacaktı.
2. Yaşlı, Dang Fao'nun her aldığı nefesi duyuyordu.
Eliyle kılıcın kabzası ve kınını çıkartarak eline aldı, büyük bir Ki akımı kılıçların üzerinde dans ediyordu.
Yaşlı hızlanarak Dang Fao'nun üstüne doğru atıldı.
Dang Fao bileğinde topladığı Ki'yi dışarı bıraktı ve ceviklikle ayağını yukarı kaldırdı.
2. Yaşlı ve Dang Fao'nun Ki'leri carpıştığında akıl almaz bir basınç labirenti doldurdu.
Dang Fao'nun bu kadar güçlü olması akıl alamayacak kadar imkansızdı.
Fakat eski hayatında yarattığı savaş teknikleri düzeysel olarak ortalamanın en üst seviyesinde güçler barındırıyordu.
Şu anda teknik kullanmasa da bileğinin salgıladığı büyük akım yaşlıyı korkutmaya yetmişti.
Yaşlı geri çekilerek gözlerindeki bezi çıkarttı.
Dang Fao kullandığı son Ki'si yüzünden bitap düşmüştü.
Gözlerinin altı morarmış ve içi solmuştu.
2. Yaşlı ve 1. Yaşlı her ne kadar Dang Fao'yu öldürmek istese de ileride yaşanacaklardan korkuyorlardı.
Yaşlı Dang Fao'nun gücünü haplarla kazandığını düşünüyordu.
Haplar büyük klan mensuplarının çocuklarına dağıtılıyordu.
Şimdi Dang Fao'yu öldürürlerse kendi klanlarının sonunu getirebilirlerdi.
Dang Fao sağ omzunu tutarak ayağı kalktı.
Aldığı kılıç darbesi omuzunda büyük bir hasar ortaya çıkarmıştı.
Yaşlıların saldırmadığını görünce ani bir rahatlama hissi vücudunu sardı.
2. ve 1. Yaşlı saygılarını sunarak gözden kayboldular.
Dang Fao imparatorun hazinesinin içinde olduğunu bilmiyordu.
İmparator yüzyıllar önce kraliyet ailesi tarafından ihanete uğramıştı ve dantianında bulunan Ki tarafından yutulmuştu.
İmparator Ki'si tarafından yutulduğunda bütün vücudu siyaha dönmüş ve sonsuz katmanlar arasında dolaşmaya başlamıştı.
Coğu kişi bu olaya hikaye deyip savuştururdu fakat, İmparator seviyesine varmış bir uygulayıcı ruhsal bedenindeki Ki ile yaptığı teknikler normal tekniklere göre daha güçlü teknikler ortaya çıkarabiliyordu.
Hayvan, bitki ya da uzayı özümseyebiliyorlardı.
Fakat sadece 2 ruh benimsenebiliyordu.
(PMG)
YN: Aşırı benzetmeyeydin aslanım :D
Dang Fao ne yapacagını umutsuz bir şekilde düşüyordu, dinlenmek istese de labirentin içindeki Ki'ler her saniye yükseliyordu.
Şu anda dinlenmek ölmekle eşdeğerdi.
-
Dang Fao uzun bir süre yürüdükten sonra labirenttin sonunu görmüştü, az bir ışık devasa kapının önünden yeri aydınlatıyordu.
Dang Fao devasa kapıyı eliyle iktirdi ve kendi geçecek kadar yer açtı.
Dışarı çıktığında yeşiller sadece dış kısımda bulunuyordu.Tapınagın merdivenleri sonsuz gibi görünüyordu, yavaşca merdivenlerdem inmeye başladı.
Merdivenleri indiğinde kalabalık bir topluluk belirdi.Çogu kılıç ve zırh satıyordu.
Yanında hiç parası olmadığı için ne yapacağını bilmez bir halde insanlar arasından geçmeye başladı.
Dang Fao üzerindeki kıyafetleri nedeniyle çoğu kişi yanından geçerken Dang Fao'ya gülüyordu.
Dang Fao umursamaz bir şekilde kalabileceği biryer arıyordu.
Uzun bir süre yürüdükten sonra Dang Fao, dağlık bir alana rastladı.Dağın Dang Fao'nun bulunan kısmındaki alanıda bir tabela vardı.Üstünde,"Mao Yılan Dağı" yazıyordu ve uzunca vadiler gözde eşsiz bir manzara bırakıyordu.
Dang Fao geldiği yola geri baktı ve yeniden dağa gözlerini çevirdi.
Son macerasından bu yana fazla bir süre geçmemişti.Şimdilik kalacak bir yer Dang Fao için kafiydi, şehir-içi oldukça geniş bir alanda dağılan pazarlarla kaplıydı.Tek fark Dang Fao'nun giysisiydi.Fakat daha bir çocuk olduğu için çoğu kişi Dang Fao'yu azarlamıyor ya da ona kızmıyordu.Aslında bunu herkes komik buluyordu.
Dang Fao bir kafeye rastladığında çocuksu bir heyecanla içeri girdi, içerisi geleneksel süslemelerle kaplıydı.Kanepeler 4 yerde ortada bir masa ve gözünüze çarpan güzel bir kız müşterilerle konuşuyordu.
Dang Fao'nun önünde uzunca bir sıra vardı.Kız, Dang Fao'nun eski halinden biraz kısaydı.Göz kararıyla 1.73 boylarındaydı.Dang Fao buraya geldiğinden beri fark etmedi fakat şu anda ülke içerisinde büyük bir kargaşa vardı.Çoğu gelişim uzmanı varisi aramak için şehir içinde konumlandırılmıştı.Bulunduğu gibi imparatorun sarayına yollanılacak ve asimile edilecekti.
Kısa bir süre sonra Dang Fao kızın önüne geldi.Kız konuşmaktan yorulmuştu, karşısında küçük bir çocuk olduğunu görünce şaşırmıştı.Dang Fao, "Bu kafede kalabileceğim biryer varmı ?"dedi ve kızın gözlerine bakmaya başladı.Kız ilk önce güldü ve Dang Fao'ya baktı, "Odalarımız 2 kişilik, ailenle birliktemi kalacaksın" dedi ve muzip bir şekilde Dang Fao'ya bakmaya devam etti.
Dang Fao," Benim adım Dang Fao'dur." dedi ve kızın önünde başını eğdi.Kız, Dang Fao'nun söylediği şeye anlam veremeyip geri çekildi."Benim adım Dei Lue'dir." dedi fakat başını eğmedi.Dang Fao giysisini yaparken aslında önemli bitkileri kullanmıştı.İleride para ya da simya için lazım olacak herşey şu anda giysisindeydi.Kök seviye bir bitki yaprağı bile buradaki bir odayı kiralamak yerine almasını sağlıyabilirdi.Fakat şu anda kalacak biryeri yoktu.
Kök seviye yaprağı masanın üstüne koyup Dei Lue'ye bakmaya başladı.
Dei Lue bitkiler hakkında bilgisi olmasada salgıladığı aura kök seviyesinde olduğunu görünce nutku tutuldu.Dang Fao ise arkasına baktığında çoğu kişinin kendisini izlediğini gördü.Üstündekinlerin çoğu yüksek seviye ve kök seviye olduğundan birbirlerine karışık birşekilde auralarını bastırıyorlardı fakat açığa çıktığında artık aurayı saklayamazdı.
Dei Lue elinde anahtar ve mekansal yüzük ile geri döndü.
Şu anda kafede büyük bir sessizlik hakimdi.Kök seviye bitkiler çöpte yaşıyan birilerinin ev almasını sağlıyabilirdi.
Dei Lue, Dang Fao'ya anahtarı verdi ve bitkiyi mekansal yüzüğüne koydu.Dang Fao merdivenlerden çıkarken Dei Lue, Dang Fao'nun kim olduğunu merak ediyordu.Bir soylu olabilirmi diye düşündü.

Tinnan Bölüm 3


Yazan: Tinnan



Dang Fao bilinçsiz bir şekilde yerde yatarken ruhlar etrafına doluşmuştu, birbiri ardına hepsi değişik kelimeler söylüyordu."Bu o", "Ölmesi gerek!", "Felaket!", "Yeniden doğmuş!", "İmparatoru görmemeli!" diyerek Dang Fao'nun etrafında turlar atıyorlardı.
Dang Fao uyandığında bütün ruhlar kaybolup kaplarına saklandılar, ayağa kalktığında ise odayı incelemeye başladı, odanın içi kapı gibi altınla kaplı değildi geniş ve kalın duvarlarla örülmüştü.Odanın içinde bir mezar ve çeşitli iskeletler vardı, yan bölmelerde ve yukarı raflarda değişik nesneler vardı.
Dang Fao mezarlığa ilerledikçe her adımında raflar titriyordu.
Dang Fai mezarlığın önüne geldiğinde yavaşça mezarlığın kapağını iktirdi.Kapak yarısına geldiğinde içinde bir iskelet ve üstünde broşür gördü.Ruhlar çıldırırcasına rafları titretiyordu.Dang Fao iskeletin kim ve ne olduğunu anlamamıştı.
Bröşürün kapağında altın ve değişik ejder figürleri vardı.
Dang Fao broşürü alıp kapagını açtı ve içindeki küflenmiş kağıdı açtı.Kağıt aniden sanki çanlıymış gibi odayı karanlık bir aurayla doldurdu.Ve Dang Fao'yu başka bir aleme götürdü.
Dang Fao karanlık bir yüzeyde gibiydi.Yağmur Bulutlarının tepesinde muhteşem bir rüzgar bedenine değişik dokunuşlar yaparak yanından uzaklaşıyordu.Aniden önünde broşür ve arkasında ise bir ruh belirdi.Ruh Dang Fao'ya küçük bir böcekmiş gibi bakıyordu.
*Ruh, havayı yaran bir sesle, "Ben senin babanım" Y.N: Hep bunu yapmak istemişimdir.
Ruh, havada gezinip Dang Fao'nun önüne geldi ve yavaşça 2 parmağını da Dang Fao'nun beyin kapakcıklarına dokundurdu.
Dang Fao içinde karanlık bir dünyanın oluştuğunu sandı.Karanlık aura bütün bedenini sarıp dantian merkezini yeniden oluşturdu.Bütün kanalları büyük bir hızla kırılıp evrimleşti.
Bütün bunlar birkaç saniye içinde olup biterken aniden ruh ve evren kayboldu ve Dang Fao içinde buldunduğu odaya geri döndü.
Dang Fao'nun dantian merkezi yeniden oluşmuş ve yeni bir güçle uyanmıştı.
Dang Fao bütün kaslarının yandığını hissetti.
Ani bir acıyla yere yığıldı ve bağırmaya başladı.
Her saniye acısi artıyor ve kanalları hızlı bir şekilde kırılıyordu.
Birkaç saat sonra kan ve ter içinde kalmış bedeni karanlık ruhlarla besleniyordu.
Ruhların korktuğu şey başına gelmişti.
100'den fazla ruh Dang Fao'nun dantian kanalına hücum ediyordu.
Bütün ruhlar çığlık çığlıga odanın içerisinde uluyordu.
Son ruh Dang Fao'nun dantianına karıştığında bütün kasları ani bir rahatlamayla kasıldı ve geriye uyuşmuş bir beden kaldı.
Dang Fao haraket etmeye çalışsa da bütün bedeni acı ve rahatlama hissiyle geriliyordu.
Bedenindeki kaslar ayağı kalkmaya hazır olduktan sonra Dang Fao ayağı kalkıp kapıdan dışarı adım attı

Tinnan Bölüm 2


Yazan: Tinnan









Dong Fao'nun bilinci yerine gelince esniyerek etrafına baktı ve eski anıları zihnine akmaya başlamıştı.Teknikler, Dong Dao Klanı, ustası ve diğer herşey teker teker zihnine kazınmaya başladı.Dong Fao'nun son anıları zihnine kazınınca birkaç dakika olanları hazmetmeye çalıştı.
Vücudunun ilahi bir güce sahip olup olmadığını kontrol etmek için meditasyon yapmaya başladı, içinde oluşan Ki yeni yeni toplanmaya başlıyordu.Başlangıç seviyesine geri dönmüştü.Fakat içindeki Ki aniden atmosferdeki elementlerle kaynaştı ve değişik basınçların etkisiyle 2-3 kat daha fazla artmasını sağladı.Dong Fao şaşırarak Ki seviyesini ölçtü, hala başlangıç seviyesinde olsa da büyükusta seviyesinde ki Ki basıncını ortaya çıkartıyordu.Dantianı, genişlemiş ve farklı bir renge bürünmüştü.
Ayağı kalkıp bir ağaca yumruk attı, elinde birşey hissetmese de ağaçta da birşey yoktu.
Vücudu Dahi seviyesinde değildi veya bir Savaşçı niteliğinde birşey yoktu.Fakat gösterdiği basınç olağanüstüydü.
Dong Fao eski hayatını tekrar yaşamak istemiyordu.Hiç okula gitmemişti.İlk amacı bir okula girip kendini geliştirmekti.Yeterince savaş deneyimi vardı, kök seviye bir gelişimciyle karşılaşsa sonuç berabere olurdu.
İlk önce ormandan çıkmalıydı, uzunca bir süre ormanın içinde yürüdü.Burada değişik bitkilerde vardı.Simyacılar için burası kesinlikte cennetti.Eline geçen her bitkiyi topluyordu.Şansına bir yüksek-seviye bir bitki bile bulmuştu.Eski hayatında olsa bunları teker teker mekansal yüzüğüne koyar ve ülkesine gidince ferah bir şekilde yaşardı.Fakat mekansal yüzüğü uyandığında parmağında yoktu, biraz daha ormanın derinliklerine ilerleyince devasa bir tapınak gördü.Tapınağa biraz ilerleyince sarmaşık ve daha yüksek seviyeli bitkilerin olduğunu gördü.Tapınağın merdivenleri yukarıda bitiyordu fakat en yukarıda taşlarla kaplı bir yapı vardı.
Tapınağın merdivenlerinden çıkınca taşlarla kaplı yapının bir kapı olduğunu keşfetti, kapının kulp ya da benzeri bir giriş aradı.Fakat yoktu, Dang Fao kapıyı iktirdiğinde kapı kendiliğinden açıldı.İçeriden dışarıya büyük bir akım Dang Fao'nun yüzüne akın etti.Dang Fao zorlukla içeri girdi ve açtığı kapıyı kapattı.
Tapınağın kapısını tekrar açmaya çalışınca açılmadığını fark etti, akım kapıyı örtüyordu.Tapınağın yukarısından gelen küçük ışık etrafı aydınlatmaya yetmiyordu.
Karanlığa gözleri alışınca yukarıdan gelen ışıkla gözleri azda olsa içerisini görmeyi başarıyordu.
Aşşağı doğru giden bir merdivenleri fark edince merdivenlerden aşşağı doğru inmeye başladı, her indiğinde sanki tapınaktan birşeyler eksiliyor gibi hissediyordu.Tamamen merdivenlerden indiğinde 4 farklı yol vardı.Uçsuz bucaksız gözüküyordu.Birinci yoldan gitmeye karar verdi.
Tapınak yeraltında bir solucan yuvası gibiydi gittikçe sonu bitmiyordu.
Biraz daha ilerlediğinde birbirleriyle konuşan 2 yaşlı gördü, uzun beyaz cüppeleri vardı.Gelişim uzmanları oldukları cüppelerinden belliydi, en fazla yüksek seviye gibi gözüküyorlardı fakat sağdakinin aurası oldukça farklıydı.
Soldaki yaşlı oldukça sakinken sağdaki sanki gözleriyle hazine arar gibi bakınıyordu.
Soldaki yaşlı, yavaşca öne doğru ileriyle atıldı ve elini yumruk şekline getirip sessizce,"9 Yıldız Alevi" dedi ve elinde muhteşem büyüklükte alev ile kapıya vurdu.Kapı azıcık bile oynamadı.Sağdaki ileri çıkarak kılıcını kınınından çıkarttı ve arkaya doğru gerildi, ışık hüzmesi bir anda kapıya uçtu sonra yavaşlıyarak kılıcını şimşek gibi kapıya vurdu.Kapı biraz oynasa da bunu belli etmedi.Biraz sonra 2'si de gözlerinden açıkça belli olan hayal kırıklığıyla geri çekildiler ve kayboldular.
Dong Fao saklandığı yerden çıkıp neye vurduklarini görmek için ilerledi.
Dong Fao altın bir kapı olduğunu fark ettiğinde şaşırmıştı.
Geri çekilip elini altın kapıya yakınlaştırıp uzaklaştırdı, "Gizli Teknik"derin bir nefes aldı"İlahi el" vücudundaki bütün kaslar gevşedi ve etrafında ki bütün tozlar oynamaya başladı.Elini geri çekip altın kapıya savurdu fakat vurmadan geri çekti.Bu gizli teknik başlangıç seviye tekniğiydi.Kapalı ortamlarda yapılınca kişinin gücunu arttırıyordu.Bütün tapınaktaki rüzgarlar kapıya basınç yaptı ve altın kapı Dong Faonun görebileceği kadar açıldı.Kapıyı açmak için gerekli olan güç değildi.Bunu ögrenmiş oldu.
Yere oturup meditasyon yapmaya başladı.Gizemli atmosfer yeniden Dong Fao'nun etrafında oluştu.
Yazan: Tinnan




Meditasyon bünyeye kendi su ihtiyacini sağlıyordu fakat yiyecek için böyle bir kelime sarf edilemezdi.Dong Fao 1 gün meditasyon yaptıktan sonra topladığı bitkileri yere koydu ve yenilebilir olanlari ayırdı.Dong Fao'nun  üstünde ormandayken yapmış oldugu geniş agızlı bitki topluluğu vardı.Oldukça orman yerlisi gözüküyordu.Çocuksu bedeni uzun saçlarından olusuyordu.Oldukça tatlı bir yüzü vardı.
Tahmini olarak 1,30 boylarındaydı ve 7-8 yaşşlarinda gözukuyordu.
Meditasyonu süresince çoktan orta-seviye olmuştu.İlerleme hız gerçekten muhteşemdi.Yenilebilir bitkileri yedikten sonra altın kapıya yaklaşıp zihninden orta-seviye bir teknik taradı.Altın kapı fiziksel ve basınçsal güçle açılıyordu.Fiziksel güçle alakalı çok az  teknik yapmıştı.Fakat hepsini mükemmeleştirdiği için hepsi kendi seviyelerinin üstünde bir performans gösteriyordu.Gizemli teknikler ise kaslarla alakalıydı.Dışsal ve etraftaki elementlere uyum sağlıyarak çalışılıyordu.Yüksek seviye dışsal tekniklerin sahipleri Büyükusta seviyesindeki kişilerle aynı sayılabilirdi.Fakat Ondan yukarisiyla göz göze bile gelemezdi.Az önceki 2 yaşlı kök seviye bile değillerdi.
Dong Fao yeniden gerilip bu sefer iki kolunu da kapıya dogru uzattı.Dirseklerini açıp avuç içlerini kapıya yakınlaştırdı."Ejder Kralın Avuç İçi" diyip kapıya yavaşça avuç içini dokundurdu.Dokunduğu anda büyük bir enerji kapıya çarptı.Kapı ne kadar dayansa da birkaç saniye sonra dayanamayıp az öncekinden daha fazla açıldı Dong Fao ani bir çeviklikle kapıya gird.Fakat kasları 2 tekniğe dayanamayıp yırtıldı ve büyük bir acı içinde Dang Fao yere yığıldı.

26 Haziran 2016 Pazar

Tinnan Bölüm 1


Yazan: Tinnan'a Teşekkürler




Çölün kaynayan kumları üzerinde yavaşça yürüyen adam, kırmızı saçları ve kafasındaki örtüden sarkan saçları yakışıklı yüzüyle birleşiyordu.2 Aydır bu kumlar üzerinde bulunan bir imparatorluğu arıyordu, fakat imparatorluk uzun süre önce yıkıldığı için nereyi arayacağını ya da ne yapacağını bilmez bir halde çölde ayakları onu nereye götürürse gidiyordu.
Hergün mekansal yüzüğündeki stoğundan yemek ve su ihtiyacını karşılıyordu, mekansal yüzük Dong Dao klanının ona bahşettiği bir armağandı.4 Yaşında ilk tekniğini yazmıştı ve şu anda ilk tekniği kendi ülkesi içinde 6. seviye bir teknik olmuştu, fakat çoğu kişi bu tekniği anlamadan kapatıyordu.Dahice yazılmış bu teknik Dang Fao'nun bir anda ününün yükselmesine neden olmuştu.
Çöl üzerinde değişik köyler bulunsada Dang Fao bu köylerin hangi tarafta ya da nerede olduğunu bilmeden belirsizlik içerisinde yürüyordu.Şu anda bir teknik kullanırsa kendini belli eder ve bütün teknik kullanılıcılarını üzerine çekerdi.Bu yüzden Dang Fao imparatorluğu yürüyerek bulmak zorundaydı.
Uzunca bir süre yürüdükten sonra yürüdü ve görevi iptal etmeyi düşündü fakat evrimleşen bir simya tekniği için ustasından bilgi alması gerekliydi.
3-5 Günlük yürüme mesafesinden sonra uzaklarda bir köy göründü, Dang Fao koşarak köye doğru gitmeye başladı.Burada bazı ipucular bulabilirdi.
Köye vardığında onu karşılıyan 1-2 meraklı gözden başka birşey değildi.Etrafta kalabalıktan iz yok ve en küçük dükkan veya birşeyler satan yerler yoktu.Kerpiç evlerle dolu.Geçimini hayvancılııkla geçiren birsürü insan develerini otlatıyor, satıyordu.
Köyde işe yarar birşey bulmak için Dang Fao etrafı keşfetmeye koyuldu.Her kerpiç evi döndüğünde yine karşısına sadece "Umutsuzluk" çıkıyordu.
Köyden umudu kesip gölgelik bir ağacın altına oturdu ve meditasyon yapmaya başladı, etrafındaki kum, Ki nedeniyle sabit dursada atomları içinde hızlanıyordu.Ki damarları içerisinde yolculuk yapıyor ve dantianına sonrada bütün vücudundaki kas ve kemiklere dağılıyordu.Etrafında bir atmosfer oluşturmuş gibi sessiz ve sakin meditasyonunu gerçekleştirdi.
Günışırken Dang Fao ayağı kalkıp köyden uzaklaştı, görevi iptal edecekti.İmpratorluğun bir efsane olduğu belli olmuştu.Yine de efsane olduğu haberi ustasından birkaç parça bilgi koparmasına belki yetebilirdi.
Mavi Kanat tekniği ile havada süzülmeye başladı, gelişimcilerin onu fark etmesi umrunda değildi, zaten görevi başarısız olduğu için birşey saklamak zorunda değildi her gelişimciyle karşılaşma ve kaçma konusunda yeterli bir savaş deneyimi bulunuduruyordu.
Mavi Kanat tekniği ile hem uçuyor hemde etrafı tarıyordu, görevi aklında bitirsede bir bilgi için herşeyi göze alabilirdi.
Uzunca birsüre uçtuktan sonra yağmur ormanları göründü, fakat ortasında yağmur ormanları ve çölün kesiştiği noktada birşey parlıyordu.Dang Fao meraklanarak parlayan şeyin yanına gitti.Bu bir sopaydı, altın kaplamaları ve üzerindeki çin aslanı bulunduran bu sopanın bir ucu çöl ve toprağın içindeydi.
Dang Fao sopayı inceledikten sonra, belki bir düzemsel bir kilidi olmasından korktu.Bir ruhu çıkarmak ve uykusundan uyandırmak ölümle son bulabilirdi.Fakat korkunun ecele faydası yoktu.Dag Fao elini uzatarak sopaya dokundu.
Aniden etrafta ki atmosfer değişti hava karardı ve yağmur yağmaya başladı ve kükremeler ardı ardına atmosferi yarıyordu.Hava da yılan ejderler dönmeye başladı birbiri ardına değişik şekiller oluşturmaya başladılar.Dong Lao bu efsane yaratıkları ilk görüşüydü.Ejderhalar her döndüğünde hava parçalanıyor ve kulakları sağır eden bir ses duyuluyordu.Ejderhalar düzlemsel bir şekil oluşturduğunda hava düzeldi ve auralar ejderhaların etrafında çılgınca dönmeye başladı.
Ejderhaların üstündeki Ki fırtınalar oluşturuyordu.Fırtınalar durduğunda bir çocuk aşşagı doğru süzülmeye başladı çocuk aniden gözlerini açtı ve Dong Lao'nun önünde belirdi.Dang Lao korkudan ne yapacağını bilmeyerek oracıkta son nefesini verdi ve çocuğun içine doğru çekildi.
Çocuğun en sonunda gözleri kapandı ve yere yığıldı.Dong Lao'nun yüzüne tanrılar gülmüştü...fakat o bunun farkında değildi.Sopa ise olduğu yerde kayboldu ve hiçbir iz bırakmadı.

24 Haziran 2016 Cuma

PMG Bölüm 50


Çevirmen: IHATEPANDA
Editörler: Bebebiskuvisi ve chinjoka
_________________________________________________________________________
ÇN: Arkadaşlar bu bölümü çevirirken aralara küfürlü notlar yazmamak için kendimi zor tuttuğumu bilmenizi istedim. Ama artık dayanamıyorum çevirirken sinir krizleri geçirdim cidden, ben böyle yazarında, böyle karakterinde ta… Ayrıca bunu çinceden ing ye çeviren çevirmeninde evveliyatını…

Çeviride yardımcı olan bütün arkadaşlarıma teşekkür ederim.

💜ÖYKÜ💜

Önceki Bölüm                                                                                                     Sonraki Bölüm
_________________________________________________________________________


Peerles Martial God Bölüm 50: Son derece güçlü



Lin Feng küçümseme dolu bir ses tonuyla, “Ne yapmayı düşünüyorsun? Sen tam olarak kim oldugunu sanıyorsun da bana bu şekilde emir verebiliyorsun?” dedi.

Kalabalıktaki son kişiye kadar herkes, işlerin daha çılgın bir hal alacağını düşünmeye başladı. Bu iki çılgının birbirine tam uyduğu görülüyordu. Lin Feng bu insanların gözünde önemli değildi ve sonuçta, hala onu aşağılıyorlardı.

Ondan nefret edenleri ve onun güvenebileceği kişilerin kimler olduğunu görmek istedi. Gerçek müttefiklerinin ve düşmanlarının kim olduğunu bilmek, gelecekte onun için işleri çok daha basit hale getirirdi.

Bai Yuan Hao yüzünde kötü bir gülümseme ile; “Ne yapmayı mı düşünüyorum?” dedi. Lin Feng ile alay etti ve dedi: “Seni kullanıyorum. Evcil köpeğimden başka bir şey değilsin… ve yapmak istediğim şeyi bana sormaya cüret ediyorsun?”

“Qiu Lan, benimle gel, buradaki insanlar hakkında harika olan hiçbir şey yok. Onların gücü çok olsa bile, emirlere itaatsizlik etmeye cesaret ettiler.” Qiu Lan alaycı bir gülümseme ile başını salladı ve sonra: “Duo Ming, sen benim kardeşime karşı mücadele edemezsin. Asla ona karşı savaşmamalısın. Şimdi aşağı gel, tamam mı?” dedi.

“Kardeşim?” kalabalık şaşkındı. Qiu Lan aniden vahşi ve kibirli genç adamla konuştu; “Kardeşim”.

“Buraya sadece yıllık turnuvaya katılmak için geldim, hepsi bu. Ben kimsenin kontrolü altında değilim.” Lin Feng eklemeden önce soğuk ve tarafsız bir şekilde şunları söyledi: “Rakibi olsam da olmasam da, sonuçları çok erken çiziyorsun.”

“Hehe, Yangzhou Şehri gibi küçük bir yerde, şaşırtıcı bir şekilde, benimle, Qiu Yuan Hao ile, bu şekilde konuşmaya cüret eden biri olacağını düşünmezdim. Gerçekten aşırı cüretkâr.”

Na Lan Xiong ayakta ve son derece şaşkın bir şekilde “Qiu Lan, Qiu Yuan Hao, ailenizin adı Qiu mu?!” diye sordu.

“Tahmininiz doğru,  Aynı adımız. Aynı zamanda Qiu Lan ve ben bir zamanlar Yangzhou şehrindeki Qiu Klanının üyeleriydik. Bir gecede senin klanın bizim Qiu Klanı’mızı suyun altındaki ateş gibi yok etti.” Qiu Yuan Hao’nun ifadesi buz gibiydi ve öfkeyle Na Lan Xiong’a bakıyordu. “O yıl, Qiu Klan’ının her üyesi son derece güçlüydü, birçok dahiye sahipti… Hepsinin son derece güçlü ruhları vardı. Yangzhou Şehri’nin en güçlü klanı haline gelmişti. Ama, hiç kimse, Qiu Klanı güçlendiği için, Na Lan Klanı’nın bu kadar korktuğunu düşünmemişti. Bir gecede Qiu Klanı’na sürpriz bir saldırı gerçekleştirip üyelerimizi ve ailelerimizi katlettiniz. Neredeyse herkesi öldürdünüz ve soyumuzu tükettiniz. Bu kan borcunu unutmadınız değil mi?”


Kalabalık korku içinde titredi. Qiu Yuan Hao ve Qiu Lan geçmişte Qiu Klanı’na aitti. Kalabalıkta bulunan herkes son derece güçlü olan Qiu Klanı hakkındakileri duymuştu. Hayati Altın Ruhları bile…   Qiu Klanı durdurulamaz bir kuyruklu yıldız gibiydi, kimse onları yenmeyi başaramazdı ve onlar çok ünlüydü. Ama bir gecede, Yangzhou Şehri’nden, hiç bir iz bırakmadan tamamen kayboldular. Bazı insanlar, bütün klanın başka bir yere taşındığını düşünmüştü. Bazı insanlar da bilinmeyen bir düşman tarafından yok edildiğini düşünmüştü. Ama kalabalıkta hiç kimse, Qiu Klanı’nın  Na Lan Klanı tarafından yok edildiğini düşünmemişti. Sadece onları katletmemiş, son derece mükemmel bir şekilde tüm kanıtları da yok etmişlerdi.

Na Lan Xiong’un kalbi yerinden fırlayacakmış gibi çarpıyordu. Öfke ve hiddet ile doluydu. Gözleri öldürme niyetiyle parlıyordu, asla Qiu klanından birisinin kurtulabileceğini düşünmemişti.

“Ne? Onları öldürerek tanıkları susturmak mı istiyorsun?” Qiu Yuan Hao yüzünde şeytani bir gülümseme ile eklemeden önce şunları söyledi: “Na Lan Xiong, ben çok heyecanlanmamanızı tavsiye ederim. Klanınız, Na Lan Klanı, uzun bir süre, var olmaya devam edecektir. Benim gelip intikam almam için bekleyin. Beni, klanınızı yok etmem için bekleyin. Belki yarın ya da yarından sonra bir gün, sizin klanınızın adı, Yangzhou Şehri’nde daha fazla var olmayacak.”

Na Lan Xiong, soğuk bir şekilde gülümserken “Öyle mi? Bizi, Na Lan Klanı’nı, ortadan kaldırdığını görmek istiyorum.” dedi.

“Baba!” o anda, Na Lan Feng tekrarladı. Tüm herkesle beraber babasına şaşkın bir şekilde bir süre bakakaldı. Qiu Yuan Hao’nun sözleri yalan değil gibi görünüyordu. Muhtemelen onu desteklemek için arkasında büyük bir güç vardı. Aksi takdirde, Na Lan Feng  böyle tedbirsiz olmazdı. O, onlardan korkmuş görünüyordu.

Na Lan Feng soğuk bir ses tonuyla “Bai Yuan Hao, bana dokunabileceğine inanmıyorum.” dedi.

“Seni öldürmeye cesaret edemem, ama kesinlikle sizi aşağılamaya cesaret edebilirim. Bugün, benim klanımı Qiu Klanını’nı, Yangzhou’da yeniden parlatmak ve insanların senin klanının nasıl pis ve kötü olduğunu göstermeye geldim. Senin iğrenç klanını. Bekle ve gör, Yangzhou Şehri’ne tekrar geldiğim gün senin klanının yok olduğu gün olacak.” Qiu Yuan kendisiyle gurur duyarak şöyle dedi: “Pekala, siz üçünüz ça şeylerekluğa  edindevam… Yangzhou şehrinin dahileri, haha, ne kadar saçma, ne kadar eğlenceli!

“Eğer düşman varsa intikam almak gerekir. Ama beni bir basamak olarak kullanmamalısın.” Qiu Yuan Hao’ya bakarken Lin Feng dedi ve sonra ekledi: “Turnuva bittikten sonra, senin sorunların beni ilgilendirmiyor.

Qiu Yuan Hao şeytani bir şekilde sırıtarak, “Ne kadar salak ve aptal. Kim olduğunu sanıyorsun sen? Ben, Qiu Yuan Hao, seni öldürmemi istiyorsan, o zaman seni öldürürüm. Senin gibi değersiz bir köâeâ hala gösteriş yapmaya cesaret edebiliyor. Koca çeneni kapatmak istemiyorum çünkü, sonsuza kadar burada kalman için bir mezar yapmak gerekir.” dedi.

Lin kötü (şeytani) bir ton ile kafasını sallayarak, “Değersiz bir köpek? İstersen beni öldürebilirsin? Ne kadar cahil.” dedi. Qiu Lan ve Qiu Yuan Hao yoğun ve derin nefretle doluydu. Bu nefretin nereden ve nasıl geldiğini anlamalıydı. Bu nedenle, onlara saygı göstermişti ama Qiu Yuan Hao, herkesten daha iyi olduğunu düşünerek hakaret etti ve Lin Feng’i küçük düşürmeye devam etti. Bu şekilde olduğu için, Lin Feng’in, onun nefretini anlamak ve ona merhamet göstermek için hiçbir sebebi yoktu.

Qiu Yuan Hao küstah bir şekilde, “Yangzhou Şehri’nin dahileri? Bugün, sizin sadece bir grup çöp olduğunuzu herkese göstereceğim.” dedi. Sonra ruhunu dışarı yaydı, hemen, tüm vücudu güneş ışınları gibi muhteşem, altından bir ışık ile kaplandı. Arenanın üstü kapalı olmadığından, güneş ışığı onun ruhu üzerinde kırıldı ve onu daha görkemli kıldı. Kalabalıktaki insanlar bu muhteşem görüntü karşısında hayrete düştü. Onun ruhu, Na Lan Feng’in altın İlahi Kol Ruhu’ndan bile daha göz kamaştırıcıydı.

Kalabalık hayretler içinde “Bu gerçek bir altın ruhu, ne kadar harika!” dedi. O anda, Qiu Yuan Hao’nun vücudu, altından devasa ve yenilmez bir dağ gibi görünüydu.

“Na Lan Feng, sen kendini dahi olarak ilan ettin çünkü altın ilahi Kol Ruhu’na sahip ve son derece kibirlisin. Dene ve bana karşı bir mücadele ver.” Qiu Yuan Hao’nun uzun saçları havada sallandı. Tüm vücudunu saran altın aura ile birleştiğinde, görkemli oldu… Kalabalığa yenilmezmiş gibi bir his yayıyordu.

Herkesi sarsan sahne çok ağırdı. Tüm kala zaten onıyordu baktı ve onun ne kadar güçlü olduğunu çoktan anlamışlardı, böyle bir mesafeden yaptığı saldırının, karşısındaki kişiyi ne kadar etkileyebileceği görebiliyorlardı.


“Yenilmez Altın Vücut” Qiu Yuan Hao’nun Qi’si son derece güçlü ve inanılmaz gürültülü bir ses çıkardı. Daha sonra Na Lan Feng’e doğru yumruk attı ve o yumruk ölümcül olacak gibi görünüyordu. Yenilmez Altın Vücut, Qiu Yuan Hao’nun kazara bulduğu bir beceriydi. Xuan kategorisinde en düşük becerilerden biriydi. Ayrıca, onun altın Vücut Ruhu ile birleştiğinde, daha da güçlü oldu. Saldırı gücü gerçekten şaşırtıcıydı. Ruh ve tekniğin birleşimine dayanarak, Qiu Yuan Hao, benzer güçteki birçok uygulayıcıyı öldürebilirdi.

“İlahi Yumruk.” Na Lan Feng, Qiu Yuan Hao’nun saldırmak için ilgili olduğunu görünce, o da aynı şeyi yaptı ve yüksek sesle bağırarak bir saldırı başlattı. O, İlahi Kol Ruhu ile ona rakip olarak ruhunun çok daha zayıf olacağını düşünmüyordu.

“BOOM, BOOM….”

Güce karşı güç. Tüm atmosfer titriyordu.İki altın yumruk arasında, görkemli bir Qi çarpıştı ve hava kesilip ıslık gibi bir ses çıkardı. Sonra atmosfere vuran şiddetli bir kasırgaya dönüştü.

“Seni ezeceğim.” Qiu Yuan Hao’nun vücudu üzerindeki parlak altın ışık daha parlak hale geldi. İnanılmaz gücü, tüm yumruğunun etrafında ortaya çıktı. Na Lan Feng inledi ve on adım geriledi. O, şimdi ağır nefes alıyordu. Halen Qiu Yuan Hao’ya bakıyordu. Onun yüzünde hala soğuk ve kibirli bir gülümseme vardı. Nefes alış verişi normaldi ve onda yorgunluktan tek bir işaret yoktu. Yangzhou Şehri’nin kibirli ve prestijli kızı böyle bir rakibin tek bir saldırısına bile karşı koyamadı. O, zaten bitkin ve çökmek üzereydi.

“İlahi yumruk güçlü.” İlahi Yumruk son derece güçlü bir saldırıydı ama Qiu Yuan Hao’nun Altın Vücut ruhu daha mağlup olmamıştı. Çok daha dayanıklı ve kıyaslanamaz biçimde daha güçlü. “Sen kendini bir dahi olarak çağırmaya cesaret ettin. Bu tür bir aptallık, Yangzhou Şehri gibi küçük bir şehirde mümkündür. Sadece böyle sefil bir yerde, küçük bir oyun ve otorite gösterisi yapmak, hepsi bu.” Sonra döndü ve Lin Feng’e ve Lin Qian’a baktı. “Bu sahnede ikiniz olmalı, size bir ders vermeyi umursamıyorum, kendiniz hakkında abartılı görüşleriniz olduğunu, anlamanızı istiyorum. Ayrıca ben de tüm bu insanlara, bu kendilerini dahi olarak çağırmaya cüret eden işe yaramazların ne tür insanlar olduğunu göstermek istedim.”

Qiu Yuan Hao, son derece kibirli ve gücünden emindi. Onun düşüncesine göre Yangzhou Şehri’ndeki herkes, işe yaramaz çöp parçasıydı. Aslında, Na Lan Qiu’yu tek saldırıda yenmişti bu yüzden küstah ve kibirli olmak için hakkı vardı. “Bu genç adam gerçekten olağanüstü bir yetenek. O, otantik bir deha ve çok güçlü.” O bir tanrıymış gibi, kalabalık Qiu Yuan Hao’ya bakıyordu. Onun gücünün inanılmaz olduğunu düşündüler. Kalabalığın kime karşı inancı varsa, sefilce Qiu Yuan Hao’ya karşı kaybetti, ne tür bir insan böyle bir güce sahip olur?

Dokuz Bulut Kıtası’nda, yalnızca güçlü uygulayıcılar desteklenirdi. “Peki sana ne demeli? Yaptığın, Yangzhou Şehri’nde otorite gösterisi yapmak değil mi?” O anda, Lin Feng’in,  Qiu Yuan Hao’nun suratına sanki doğrudan tükürür gibi konuştuğunu duyan kalabalıktaki herkes, son derece şaşırmıştı. Gerçekten cesur, Qiu Yuan Hao’yu küçük düşürmek için aniden cüretkar davranmıştı.

Qiu Yuan Hao kayıtsız görünüyordu ve hatta gözlerinde bir alay ifadesi vardı. Sonra dedi ki: “Şuna bak, ne kadar cesur. Bir kez daha, küçük köpeğim rolü oynuyorsun. Bu sefer sana merhamet edeceğim, seni öldürmeyeceğim. Ancak, küstahlığının cezası olarak, hayatını cehenneme çevireceğim ve senin kokuşmuş ağzını parçalayacağım.”

Lin Feng sırıtarak, Qiu Yuan Hao ile alay ederken “Küçük köpek, kokuşmuş ağız … Senin kelime haznenin ne kadar büyük ve zengin olduğunu keşfettim. Ancak hayatını, küçük bir köpekçik olarak geçiren biri olduğunu düşünüyorum.” dedi. Qiu Yuan Hao’nun ruhu güçlü olmasına rağmen, onun gücü Ling Qi’nin ilk katmanındaydı, aksi halde, onun yumruğu bir an önce, Na Lan Feng’in geri birkaç adım atmasına neden olamazdı.


“Seni öldüreceğim!” Qiu Yuan Hao bağırdı. Diğer insanlara isim vermeyi severdi ama diğer insanlar tarafından lakapla çağrılmak en çok nefret ettiği şeydi… Vücudu altın bir ışık yaymaya başladı ve Lin Feng doğru atıldı…
_________________________________________________________________________