Yıldırım Efendisi Bölüm 9 - Garnizon Okulu

8 Mayıs 2016 Pazar

Yıldırım Efendisi Bölüm 9 - Garnizon Okulu


Kian yurt odasına girdiğinde karşısında yataklarına yerleşmekte olan iki oda arkadaşıyla karşılaştı. 
''Merhaba.'' dedi Kian sakince.
Drest ve Berengar aynı anda Kian'a baktılar. İkisinin gözleri de yaşadıkları şaşkınlığın etkisiyle büyümüştü. ''Senin burada ne işin var?'' dedi Drest.
''Sizinle aynı yurdu paylaşmak benim de pek hoşuma gitmiyor aslında.'' dedi Kian. 
Çantasını boş yatağa attı. Drest ve Berengar iki katlı ranzayı kendilerine seçmişti. Drest yukarıda kalıyordu, Berengar aşağıda. 
''Onu sormuyorum.'' dedi Drest elindeki çantasını yere bırakarak. ''Senin gibi bir sakatın buraya nasıl girdiğini soruyorum.'' 
Kian odayı dolduran bir kahkaha attı. ''Kusura bakma Drest ama benim simya yeteneklerimi küçümsüyorsun.'' 
''Simyacılar, bir avuç korkak sadece.'' dedi Berengar. 
''Hmm, yeteneğimi görmek istiyorsanız dışarıya bir göz gezdirin.'' dedi Kian. 
Berengar ve Drest birkaç saniye bakıştıktan sonra hiçbir şey göremeyeceklerinden emin olarak pencerenin önüne geldiler. İki çocuk da Kian ile yaşıttı ve gördükleri kızlar yeni olgunlaşmaya başlamış kızlardı. Ama şimdi gözlerinin önünde kendilerinden büyük, üç haneye yaklaşan vücut ölçülerine sahip bir kız bekliyordu. ''Bu da ne demek oluyor?'' dedi Drest. 
Berengar çenesinden süzülen salyalarını sildi. 
''Sadece bir gün peşimde dolanacak.'' dedi Kian. Eşyalarını çoktan dolabına yerleştirmişti. 
''Şimdi düşününce.'' dedi Berengar. ''Simyacılar çok kullanışlı olabiliyor, değil mi Drest?''
''Katılıyorum.'' 
''Benimle aranızda sorun oluşmazsa belki bir iki şişe verebilirim.'' dedi Kian. Zaten çok fazla olmayan eşyalarını dolabına yerleştirip yatağının yanında duruyordu.
''Anlaştık.'' dedi Drest. Gözleri hala hizmetçi kızın üzerindeydi. 
İlk gün ders yoktu. Kian, gününü garnizonu gezerek geçirmeye ayırmayı planlamıştı ama askeri bölümlerin çoğu ilk yıllıklara kapalıydı. 
Garnizon şehrin üzerinde büyük bir alana yayılmıştı. Yaklaşık on bin asker vardı şehirde. Çoğu ikinci seviye basit savaşçılardı. Birlik komutanları genellikle üçüncü seviyeydi ve nadir de olsa dördüncü seviye savaşçılar gözükebiliyordu. İkinci seviyedeki savaşçılar krallığın iç kesimlerinde rahatça on kişilik bölüklere komutan olabilecekken sınır garnizonlarında temel askeri birliği oluşturuyordu onlar.
Bin kadar öğrenci vardı garnizonda. Ve hepsi erkekti. 3 kişilik, han odaları gibi ayrılmış bir yurtlarda kalıyordu çoğunluğu. Dahiler olarak bilinene küçük bir kısmı ise girmenin yasak olduğu iç bölgede yaşıyordu. Kian iç kısmın girişinin önünden geçebilmişti sadece. Son derece büyük bir duvarla çevrilmişti. Kapının önünde koruma yoktu, kapıyı açmak için parmak izine ihtiyacın vardı. 
Eğitim alanlarını da bir süre dolaştıktan sonra yurda gelmişti Kian. Drest ve Berengar, hemen onun ardından çıkmıştı odadan. Garip bir yorgunluk vardı üzerinde. Yatağa başını koyduğu gibi uyudu. 
***
Ertesi gün eğitimin ilk günüydü. 3 oda arkadaşı kendi sınıflarına gittiler. Sabah Drest'in gülümseyerek uyandırmasıyla kalkmıştı Kian. "Günaydın. " deyip beraber kahvaltıya gitmişlerdi. Yapay bir dostluk kurmuştu ikisiyle.
Kian'ın simya sınıfı garnizonun batı kısmındaydı. Büyü ve savaşçı bölümlerine nazaran çok küçük bir binaydı. Kapıdan içeri girdiğinde yoğun ilaç kokusuyla karşılaşıyordu, simyacılar için sıradan bir şey olasa da yabancı ve güçsüz biri için kaldırılamayacak kadar ağırdı. 
Kian dersi alacağı sınıfa girdiğinde karşısında sadece üç kişi vardı. Siyahlar içinde bir genç sınıfın en arkasındaki KristJanın başına geçmişti. Diğer ikisi ise onun gizliliğinin aksine daha açık ve canayakın bir görüntü sergiliyordu. 
İkisi de en öndeki KristJanları seçmişti. Durmadan bir şeyler anlatıyorlardı birbirlerine. 
''Erken mi geldim?'' dedi Kian sessizce.
Siyahlı genç gözlerini ona çevirdi. Sonra diğer ikisi ona baktı. ''Erken mi? Aslında biraz geciktin.'' dedi öndekilerden biri. Elindeki malzemeleri masanın üzerine bıraktı ve Kian'a yöneldi. Kian'ın yanına geldiğinde eldivenini çıkartıp elini uzattı. ''Uriel Azin. Sınıf temsilcisiyim, gerçi seninle birlikte sınıfta yedi kişi olduk ama olsun.'' konuşurken yüzünde sade bir tebessüm vardı. 
Kian kısa bir tereddütten sonra Uriel'in elini sıktı. ''Birinci seviye simya grubunda yedi öğrenci varsa toplam yirmi öğrenci falan vardır.'' dedi Kian. Bunları sessiz düşünmek istemişti ama fark etmeden düşüncelerini ortaya dökmüştü.
Aniden Uriel'in yanında alaycı bir kahkaha büyüdü. ''Velet.'' dedi diğer genç, çoktan Uriel'in yanına gelmişti. ''Simya bölümünde sadece yedi kişi var. Düne kadar beş kişi kendi halimizde takılıyorduk. Yeni gelen iki çaylak haddinizi bilseniz iyi olur!'' 
''...'' Kian sessiz kalmayı tercih etti, siyah giyinen adam gibi. 
Kian'ın sessizliğinin ardından çocuk Uriel ve Kian'ın yanından ayrılıp kendi KristJanının başına geçti. 
''Ona pek fazla takılma.'' dedi Uriel, elini Kian'ın omzuna koydu. ''Onun adı Stanis, Stanis Lav. Çok utangaç ve sevecendir aslında. Sadece seni sevmesi için zaman tanımalısın ona.''
Yeni gelen iki çaylak, demek ki onunla birlikte biri daha girmişti garnizon okuluna. Kian, siyahlı adamın yeni öğrenci olduğunu düşündü ama çok geçmeden düşüncesinin hatalı olduğunu anladı. 
Kian'ın sınıfa girişinden beş dakika kadar sonra Kian'ın boylarında bir çocuk gelmişti sınıfa. Saçları yüzünün büyük bir bölümünü kapatıyordu. ''Merhaba.'' dedi çocuk titrek bir sesle.'' 
''Merhaba.'' Uriel, yeni gelen çocuğu selamladıktan sonra Kian'a döndü.'' Kendine bir yer seç. Bütün KristJanlar aynı niteliktedir. Sıradan, ucuz olasalar da idare edecek nitelikteler.'' dedi ve hızlıca yeni gelen çocuğa yöneldi. 
Çocuğun adı, Manu Allon'du. On bir yaşındaydı sadece. Şehrin kuzeyindeki bir eczacının çocuğuydu. Soğuktan nefret ediyor, çöl sıcağını bile seviyordu. Kendi hakkındaki şeyleri daha Uriel sormadan anlatmıştı. Utangaç ve titrek görünüşünün altında konuşkan bir karakter yatıyor gibi görünüyordu. 
Manu ile konuşması bittikten sonra Kian'a söylediklerini ona da söylemişti Uriel. Manu, Kian'a üç masa uzak bir KristJan seçti ilk önce, sonra vazgeçip hemen Kian'ın yanındaki KristJan'a geçti. 
''Merhaba ben Manu Allon.'' dedi çocuk.
''Kian.'' 
''Soy adın yok mu?'' Manu'nun sesi oldukça meraklıydı.
''Yok.'' 
''Umarım kendi soyadını kazanmayı başarırsın.'' 
''...''
''Biliyor musun Allon Antik dilde şifacı demek.''
''...''
''Babam büyük bir şifacı, onun gibi olana kadar... Hayır onu geçene kadar çok çalışacağım. Burası benim için bir başlangıç. Birkaç yıl sona Kraliyet Okuluna gideceğim ve oradaki simyacılardan ders alacağım. Hedefim orası, senin hedefin var mı?'' 
Kian yine konuşmaya katılmamayı düşünüyordu ama hedef kelimesi içinde garip bir etki oluşturmuştu. ''Var.'' 
''Neresi, Seninki de Kraliyet Okulu mu yoksa?'' 
''Hayır.'' 
''Peki neresi?'' 
''Daha yukarısı.''
''Orası neresi. Kraliyet Okulu'ndan büyük neresi var ki?''
Kian bir an duraksadı. Kısa bir tereddüt aşamasını atlatması zor olmamıştı. Saf bir çocuk, bu tam da Manu Allon'a uyan bir tanımdı. ''Dünya sandığından daha büyük. Güç her yerde, onu almak için gerekirse Tanrı Bölgesi'ne girmek gereliklidir!''
''Tanrı Bölgesi?!'' Manu'nun gözleri büyüdü ve tamamen Kian'a odaklandı. 

0 yorum :

Yorum Gönder