YE - Bölüm 14: Traidha

25 Mayıs 2016 Çarşamba

YE - Bölüm 14: Traidha


‘’Hey aslan kral beni yiyecek et olarak görmeyi bırak da biraz konuşalım ne dersin ha?’’ dedi Kian karşısında dikilip dişlerini gösteren üç siyah aslana bakarken. En öndekileri sürü lideri gibiydi. Sağ gözünün üstünde taze bir pençe izi duruyordu.

Karşısında üç yetişkin siyah aslan vardı. Üçüncü seviye bir savaşçı için çok fazlaydı bu. Kian geriye doğru bir adım atmaya yeltendi ama hareketi karşısındaki yaratıkların gözünden kaçamamıştı. En öndeki hırladı Kian’a doğru.

‘’Sadece konuşmak istiyorum ama beni anlamayacaksın değil mi?’’ Dur bi dakika! Kian kafasın üzerinde birkaç tane ateş böceğinin dolaştığını hissetti. ‘’Siz üç yüce yaratık küçük yavruyu arıyorsunuz değil mi? İşte orada! Dokunmadım bile!’’ diye haykırdı ve bir anda arkasındaki yavruyu işaret etmeye çalıştı. Ama… ‘’Seni lanet olasıca velet! Nereye kayboldun!’’

Kian o yavruyu kaçış bileti olarak düşünmüştü bile. Ama yavru ortada yoktu. Burada neler oluyor? O yavru onlardan değil miydi? O halde neden kaçtı?

*Hrrr.*

‘’Hey sakin olun.’’ Dedi Kian. Aklında türlü ihtimalleri çeviriyordu. Her şey aynı sonuca çıkıyordu. ‘’Tamam! Size istediğiniz vereceğim!’’

Birkaç saniye içinde, siyah aslanların tepki hızlarının sınırlarını zorlayarak ellerini göğüs hizasında birleştirdi. Üç aslan ona doğru atılmıştı ki gökyüzünden üç şiddetli rüzgâr parçası gözlerinin önünde aslanlara çarptı. ‘’Soğuk Rüzgâr Kalıntıları! Parça 3!’’ 

Kian sonuçlarını beklemeden koşmaya başlamıştı. Tahmin edemeyeceği bir şey değildi zaten. Çok uzaklaşamadan arkasından çığlık gibi kükreme dağıldı ormana. Onu iki tanesi daha takip etti. Şu anki seviyesiyle üç yetişkin siyah aslana karşı elindeki tek şey…

Elindeki!

O anlık korkuyla yaptığı büyünün sonuçlarını düşünmemişti bile. Ellerine baktığında ikisi de dirsek hizasına kadar paramparça olmuştu. Bu ilk seferinden farklıydı.

‘’Bedenimin kaldırabileceğinden fazla mı yüklendim?’’

Koşarken iki kolundan da kan akıyordu ve yavaş yavaş yorulduğunu hissetmeye başladı Kian. Aklında tek bir soru vardı şu an. ‘’Ölecek miyim?’’
***
Berengar ve Drest Lumin şehri yakınlarındaki en geniş açık alana sahip yerde kurulmuş festival alanına ulaşmışlardı.

Festival alanı çok geniş bir bölgeye yayılmıştı. Komşu şehirlerden gelen çadırlar Lumin şehrini kaplıyordu. Devasa eğlence çadırlarının etrafına yayılan restoran çadırları vardı.

Rengârenk boyanmış yollarda şölen havası hâkimdi. Dansçı kadınlar kendi çadırlarının önlerine çıkmış büyük gösteriler öncesi kendi reklamlarını yapıyorlardı.

Berengar ve Drest gibi iki ergen çocuk için bir kadının eteğini diz kapağının üstüne kaldırması bile salya akıtacak cinsten bir hareketti. Ve şu an gözlerinin önündeki sahne, tamamen burun damarlarını zorluyordu.

Yolun iki tarafına sıralanmış bedenlerinin yarısından fazlasını teşhir eden onlarca kadın ve onları izleyen sayısız genç yaşlı erkek vardı.

Drest zorlukla gözlerini bu şehvet dolu insanların üzerinden Berengar’a çevirmek üzereydi ki karşısında üç yüz gördü. Birbirine tıpatıp benzeyen üç kardeşti bunlar. Ortalarında duran Broos en büyükleriydi. Klasik bir büyücü cüppesi giyiyordu. Ateş kırmızısıydı, o da tıpkı Drest gibi ateş büyüsü üzerine eğitim görüyordu. Cüppenin şapkasını takmamıştı. Dağınık saçları, serseri görüntüsüne katkıda bulunacak derecedeydi.

‘’Siz bakir çocuklar nereye gidiyorsunuz ağzınızın sularını etrafa saçarak?’’ dedi Broos, bunları söylerken alaycı kahkahasını eksik etmemişti. Diğer iki kardeşi de onu taklit ederek kahkaha attılar.

‘’Turnuvaya.’’ Dedi Berengar, Drest’in karşılık vermesine fırsat vermeden.

‘’Turnuva mı dedi o?’’dedi Broos arkasındaki kardeşlerine dönerek.

‘’Öyle söyledi.’’ ‘’Kesinlikle.’’ İki ikiz kardeş aynı anda konuşmuşlardı.

Birbirlerine tıpatıp benzeyen iki çocuktan soldakinin adı Benji idi, diğeri Joel. İkisi de savaşçı sınıfındaydı. Berengar kadar olmasa da normal insanların yanında, en azından Drest’in yanında, iri sayılırlardı. Ve Broos’un aksine ikisi de sarışındı. Yeni çıkmaya başlayan sakal tüyleri güneşin altında sırıtıyordu.

‘’Hahaha. Gerçekten öyle söylediler.’’Dedi Broos, ellerini göğüs hizasında kenetledi. ‘’Siz çocuklar, özellikle de sen gücün ateş kertenkelesi, turnuva da kendinize dikkat etmenizi umuyorum. Bir okul arkadaşınız olarak. Hahaha’’Sözlerini bitirir bitirmez karşısında sinir küpüne dönmüş iki çocuğa sert bir omuz atarak yanlarından ayrıldı. Benji ve Joel de onu takip ettiler.
Drest onun arkasından yanıp tutuşan gözlerle baktı. Sağ elinde küçük bir alev topu oluşturdu, tam Broos’un başını hedeflemişti ki Berengar tarafından durduruldu. Berengar kafasını iki yöne salladı. ‘’Zamanı değil.’’

‘’Tch. Ona göstereceğim, alev kertenkelesinin kim olduğunu! Ejderhanın önünde diz çökecek!’’İçinden küfürler ederek ayrıldı Drest oradan. Tabi Berengar da peşinden…

***

İki çocuk hızla kayıt yerine geldiler. Turnuva için festival alanının en güneyinde dört küçük ve bir büyük arena kurulmuştu. Arenaların hemen önünde başvuru alan iki büyük çadır vardı. Sağdaki çadır savaşçılar içindi. Siyah kumaş üzerine girişi belirten kırmızı kılıç şekilleri işlenmişti.

Berengar gözlerini çevirip Drest’e baktı ve Drest kafasını hafifçe salladıktan sonra hızla, temel büyü türlerini simgeleyen renklerle kaplanmış olan soldaki çadıra girdi.

Bu tür bir turnuvaya pek fazla katılımcı olmuyordu. Şimdi de çadırın içinde sadece Drest ve başvuru alan büyücü bulunuyordu.

Turnuvada sakatlanma riski karşılığında verilen ödül çok önemli bir şey değildi. Büyücüler için büyü damarlarında akan esansı çok az miktarda saflaştıran bir iksir. Ortalama zenginlikteki bir aileden gelen bir büyücü için daha yüksek seviyede saflaştırma iksiri bile pahalı sayılmazdı.

Drest yetimdi, bir ailesi yoktu. Garnizon Akademisinin sağladığı şartlar bile yeri geldiğinde yetmiyordu. Gelişimi için gerekenleri şans eseri bulmadığı sürece sadece turnuvalarda elde edebilirdi.
Tabi Kian’dan da kendine iksir yapmasını isteyebilirdi ama onun gözünde Kian henüz başarılı bir şekilde saflaştırma iksiri yapacak seviyede değildi. En azından bu turnuvanın ödülü olan iksiri yapabilmek için altıncı seviyede olmak gerekiyordu. Kian bir seferinde ikinci seviyenin zirvesinde olduğunu ağzından kaçırmıştı. Yani henüz o seviyeye gelmemişti.

‘’İsmin?’’ dedi geniş masada oturan büyücü. Geniş kollu bir cüppe giyiyordu. Silindirik şapkası içine gömülmüş, çok da yaşlı olmayan parlak yüzlü bir kadındı. Kızıl saçları iki yanından cüppenin içine düşse de en azından beline gelecek kadar uzundu.

‘Saçları ona hiç zorluk çıkartmıyor mu?’ diye düşündü Drest. Kadının ona bakmakta olduğunu fark etti. ‘’ Drest Traidha.’’

Drest ismini söyledikten sonra kadın yanındaki, Drest’in o ana kadar fark etmediği biçimsiz taşı aldı. Yavaşça ve çok fazla dikkat göstererek Drest’in önüne getirdi. ‘’Kullanmadığın elini taşın üstüne getir. Büyü gücünü ve türlerini ölçeceğim.’’ Dedi sakin bir ses tonuyla. Dikkati hala sıradan bir taştan farklı görünmeyen taştaydı.

Drest kadını örnek alarak oldukça dikkatli bir şekilde sol elini taşın üstüne getirdi.  Nefes düzeni alışagelmedik bir şekilde yavaşlamıştı. Sanki büyü enerjisi ile birlikte ciğerlerindeki oksijen taşa geçiyordu.

Drest’in nefesi yavaşladıkça taşın koyu gri rengi değişti, parlak iki kızıl ışık belirdi. Ama her şey bitmemişti, taş hızla renk değiştirirken büyücü kadının gözleri büyümeye başladı. Derin nefes alırken sivri şapkası neredeyse düşecekti.





0 yorum :

Yorum Gönder