Ar Bölüm:36

10 Mayıs 2016 Salı

Ar Bölüm:36



Bölüm 36- (Aydehan Notu: Bölümün ismi yokmuş herhalde :D )

Kucağındaki ve vücudunun değişik yerlerindeki yavrular uyanmasın diye hiç hareket etmedi Zend. Birkaç saat böyle öylece kıpırdamadan durdu. Dolu mideyle rahat rahat uyuyan ve ilk gelen yavru, yavaşça küçük gözlerini araladılar ve kardeşlerini uyandırmadan aşağıya indi ve mutlu bir şekilde hoplayıp zıplamaya başladı. Her ne kadar diğerlerini uyandırmak istemese de onlarla oynamak istiyordu ve Zend'in yanına geçip daha küçücük olan kuyruğunu sallayarak kardeşlerinin uyanmasını beklemeye başladı.

Zend ilk gelen yavrunun heyecanla diğerlerini beklediğini görünce onu komik buldu ve gülme ihtiyacı hissetti. Kuyruğunu hızlı hızlı sallayan küçük köpek gerçekten çok tatlı görünüyordu. "Haha, senden çok zaman sonra gelmediler, birazdan uyanacaklardır, merak etme." Zend fısıldadı ve diğerlerine hissettirmemeye çalışarak elini uyanan yavrunun çenesine götürdü, biraz onu sevdi ve boynunu kaşıdı. Yavrunun tüyleri gerçekten çok yumuşaktı, Zend ona elini uzattığında çocuğun elini yalayıp kendi boyutunda olan el ile güreşmeye başladı. Birkaç dakika sonra, diğer yavrular da uyandı ve diğer yavru gibi Zend'in elleriyle güreşmeye başladılar. Zend de bundan memnundu. Ellerini devirmek için tüm enerjilerini harcayan ve onlar için bunun zor olduğunu belirten sesleri çıkaran küçük yavrulara oynamayı çok zevkli bulmuştu. Onlar bunu seviyordu ya, o Zend'e yeterdi.

"Aah, yenildim." Zend elleriyle güreşen küçük yavruların yorulduğunu görünce ellerini yere devirdi. Küçük yavrular da zafer kazanmış şekilde Zend'in ellerinin üstüne çıktılar. Zaferlerini kesinleştirdikten sonra resmen kıkırdayarak dinlenmek için yere indiler.

"Haha, yendiniz beni." Zend mutluydu, ama hava yavaşça kararıyordu ve köpeklerle biraz daha oynamak istiyordu.

Köpekler dinlenme moduna geçince sağ elini uzattığı bacağının üstüne koydu. Sırtını duvara vermişti.

"Şu an ustam olmadığına göre bana büyü kullanmamı yasaklayan kimse kalmadı. Onu birazcık keşfetmeye çalışsam nasıl olur acaba?" Zend gözlerini kapatıp elinde mavi bir topun oluştuğunu hayal etti ve gözlerini açtı. Ateşe ve dumana benzeyen şey gözlerinin önündeydi. "Sen nesin ya?"

Gözlerini sonuna kadar açıp elindeki topu incelemeye başladı. Sanki değişken bir madde gibiydi, kararsızdı sürekli bir ateşe benziyor, bir dumana benziyordu. Zend onu büyütmeye çalıştı, gözlerini tekrar kapatıp büyüdüğünü hayal etti, gözlerini açtığında top neredeyse iki kat büyüklüğe ulaşmıştı. "Bir de küçülteyim bari." Zend gözlerini tekrar kapattı, ama bu sefer topla birlikte elindeki mavi ipleri görüyordu. Şaşırdı, anında gözlerini açtı. Ama elinde biraz daha küçülmüş toptan başka bir şey göremedi. Mavi ipler kolunun altında gibiydi, ortada onlardan iz yoktu. Gözünü tekrar kapatıp konsantre olmaya çalıştı. Topun sürekli küçüldüğünü ve büyüdüğünü hayal etti, tekrar kolundaki mavi ipler ortaya çıktı. Gözleri kapalı şekilde vücuduna bakmaya çalıştı ve bu mavi iplerin damar gibi vücudunun her yerine yayıldığını gördü. İpler ayaklara kadar gidiyor, sonra geri geliyorlardı. Vücuttaki yüm ipler mide bölgesinin biraz üstünde olan havuz gibi mavi bir yerden çıkıyor gibiydi. Bu bölge mavi iplerle doluydu ve içeride sürekli hareket ediyorlardı.

"Bu da ne?" Zend şaşkındı. "Neyse, eminim büyüyle alakalıdır. Okulda bunları öğreneceğimden eminim." Zend konuştu ve elindeki topu küçültmeye çalıştı, bu onu büyütmekten daha zordu. Top küçükleştikçe onu küçültmek daha da zorlaşıyordu ve sürekli odaklanmak gerekiyordu.

Yaklaşık üç saatlik bir uğraşın sonunda topu bir boncuk büyüklüğüne getirmeyi başardı Zend. Doğrusu bu çok zor olmuştu. Tüm vücudu çok terlemişti ve gözlerini, gözlerinin üstünden sürekli akan terden dolayı zor açacak konuma gelmişti. Sol eliyle alnını sildi ve elindeki minik boncuğa baktı. Hala kararsız gibi görünüyordu, hala hem ateşe hem de dumana benziyordu. Ama şimdi çok daha hızlı dönüyordu ve Zend onun bir nefes alışında en az otuz kez tam tur döndüğüne yemin edebilirdi.

"Ortaya çıkardım ama onu nasıl yok edeceğim şimdi?" Zend onu daha önce kullandığında hep birilerinin üstüne atmıştı ve şimdi onu ne yapacağını bilemiyordu. Eğer onu atarsa ve biri görürse, ustasının çabaları boşa çıkmış olurdu ve belki de bu elementi öğrenmek için onu öldürürlerdi. "Ah akılsız kafam. Bunu niye hiç düşünmedim ki ben?!" Zend söylendi.

"Yapacak bir şey yok. Duvara atayım bari. Zaten çok küçük, bir zararı olmamalı." Zend elindeki küçücük boncuğu duvara atmaya hazırlandı. "Bence onu atma." ama içinden gelen yaşlı ses işin içine girdi.

"Neden? Küçücük bir şey zaten, bir şey olmayacağını düşünüyorum." Zend açıkça kendi fikirlerini söyledi.

"Bak evlat, büyü denilen şey insanın içindeki qi enerjisinden doğar ve midende gördüğün büyük mavi iplerin olduğu yerden bağlantısını kopardığı anda büyüyerek ilerlemeye başlar. Bu yüzden onu deve attığında ilk devin sadece ağzının küçük bir kısmı, ama arkadaki devin tüm gövdesine zarar vermişti. O elindekini son derece zor bir şekilde küçülttün değil mi? Şu an o patlamaya hazır bir bomba gibi. Ne kadar hızlı dönüyor fark ettin mi? O dönüş hızı, kullanıcının elinden çıktıktan sonra nasıl katlanarak büyüyeceğinin ispatıdır. Özellikle o elindeki saniyede elli kere tam tur atıyor ve attığında elli kat büyüyerek ilerleyecek ve gelişecek. İlerlerken ilk saniyede kendi büyüklüğünü beşe katlayacak. İkinci saniyede beşe katlanmış halini de bir ona katlayacak ve sonunda elli kata ulaştığı için büyümesi duracak. Bu uyarıyı senin için yapmıyorum zaten, şehre yazık olur."

"Elli kere mi? Saniyede en fazla yirmi kere dönüyor bence." Zend elindeki topa iyiye yaklaştı.

"Senin gözlerin ancak o kadarını görebiliyor da ondan. Güven bana, en az elli kere dönüyor."

"Peki nasıl onu yok edeceğim? Hem şehre niye yazık olsun ki? Fazlasıyla güçlü olsa bile Ruh Şövalyesi olan biri bu şehirde bulunuyor. Eminim anında gelip şehri korur."

"Ruh Şövalyesi mi? Hahaha. Hiç gülesim gelmemişti." İç ses tekrar gülerek Zend'i korkuttu.

"Niye gülüyorsun ya?" Zend sitem etti, bir kere ofladı ve konuşmaya devam etti. "Nasıl yok edeceğim o zaman bunu?"

"Hahaha, ulan çocuk, gerçekten o boncuğa karşı bir Ruh Şövalyesi'ni göstermen komikti. Neyse, şimdi o elindekini kendi karnına doğru at. Onu ben yok edeceğim. Başka yolu yok, istersen onu bir dışarı doğru bırakmayı dene, haha."

"Karnıma mı atayım?! Eğer dışarı atınca şehre zarar verecekse, içeri atınca bana zarar vermeyecek mi?" Zend biraz önce onun dediklerini iyice dinlemişti.

"Sıkıntı yok, at sen. Gerisini bana bırak."

"Sen benim karnımda mı yaşıyon la? Çık da bi yüzünü görek." Zend konuştu.

"Hahaha. O nasıl bi seslenme şekli? İnsan bir rica eder." iç ses konuştu.

"Dışarı çıkar mısınız sayın saygıdeğer iç ses bey?"

"Hayır." iç ses hafif alaylı bir şekilde reddetti. "Hem senin karnında yaşamıyorum."

"Yoksa seni bir yumurtayken yedim ve karnımda büyümeye mi başladın?" Zend hızlı bir şekilde konuştu, ona biraz takılmak istiyordu.

"Bebe karnında yaşamıyorum dedim!" iç ses bir anda bağırdı.

"Haha, sadece şaka yapıyorum." Zend güldü. "Atıyorum o zaman karnıma şunu. Elim ağrıdı."

İç ses onaylayan bir ses çıkardı ve Zend karnına elini dip dibe gelecek kadar yakınlaştırdı ve bir anda serbest bıraktı. Karnıyla boncuk arasında bir tırnak kadar mesafe ya vardı, ya yoktu. Ama o kadar mesafede bile boncuk çok hızlıydı ve Zend göremeden karnına girdi.

Bir girdap gibi bir ses çıktı, sonra iç sesin kalın ve yaşlı sesi duyuldu. "Hallettim."

"Teşekkürler." Zend ona, kendini bu durumdan kurtardığı için teşekkür etti. "Iıı... İç ses, senin ismin ne? Daha önce söylemedin. Hala ismini bilmeye hakkım yok mu? Karnımda yaşıyorsun sonuçta."

"Karnında yaşamıyorum demiştim sana! Ama sanırım artık öğrenebilirsin. İsmim Ranon."

***

Zend yavrulardan ayrılıp evine doğru yürümek için ayağa kalktı. Tam elini kapıya attığında, arkasından bir düşme sesi geldi.

Yavrular hemen korku içinde Zend'in yanına koştu. Zend de afallamıştı, yerde yuvarlanan şeyin ne olduğunu merak ediyordu, ama aslında çoktan anlamıştı. O bir kafaydı!

Yavruları bir köşede kalmaya ikna ettikten sonra gidip kafaya baktı. Adamın, daha doğrusu kafanın beyaz saçları vardı ve yüzü büyük bir savaştan çıkmış gibi kanlıydı. Kafasının üstünden boynuna kadar uzanan büyük bir yara izi vardı, ama bu iz çok daha önce yaptığı bir savaştan dolayı olduğu belliydi. Yeni yapılmamıştı. Adamın gözü hala açıktı ve Zend yanına gittiğinde bir gözü, Zend'i gördüğünden beri onu takip ediyordu. Zend şu an oldukça korkmuştu, adamın vücudu olmamasına rağmen gözünü açık tutup Zend'i izleyebiliyordu. Birkaç kelime söylemek için kendini zorladı, ağzını hareket ettirdi, ama hiçbir şey söyleyemedi. Sadece dudaklarını hareket ettirebildi. Konuşamadı, ama Zend adamın söylemek istediği son iki kelimeyi dudaklarından çok net okudu. "Seni şeytan!"

Adam konuşmaya çabaladıktan sonda gözlerini daha fazla açık tutamayarak can verdi.

Zend o kadar korkmuştu ki, kafa nereden düştü, nasıl düştü hiç bilmiyordu. Düştüğü yerde düşmesi için bir delik bile yoktu.

"N'oluyor?!" Zend'in kalbi hala düzene girmemişti. Deli gibi çarpıyordu ve bu yüzden Zend'in hızlı hızlı nefes alması gerekiyordu.

Zend nedense o kafayı burada bırakmaması gerektiğini düşünmeye başladı. Adam açıkça ona şeytan demişti ve bunun bir sebebi olmalıydı. Hemen ekmekleri getirdiği torbanın içine kafayı attı ve torbadan aşağı akan kanalara dikkat etmemeye çalıştı. Bu torbayı dışarı çıkarsa ya da çöpe atsa, akan kanlar çok dikkat çekerdi ve Zend'in yapacak hiçbir açıklaması yoktu. Bu yüzden yavruları orada bırakarak kafayı yan odaya götürdü ve kafayı torbadan dışarı sallayarak yere düşmesini sağladı. Sanki boynu, özenle kesilmişti. Bir tane yamuk bir yer bile yoktu ve dümdüz kesilmişti. Garip olan, bir kılıç ya da bir bıçakla da kesilmemiş gibiydi. Sanki oradan kopmuştu, ama damarlar ve deri tam orantılıydı. Hiç düzensizlik yoktu.

Zend bir koşuda dışarı çıkıp yolda yürüyen birinden ateş yakacak bir şey istedi. Adam cebinden iğneye benzeyen bir şey çıkardı ve Zend'e uzattı. "Buyrun Beyaz Taç Kardeşi. Bu büyülü bir eşya ve içinde ateş büyüsü var. Baş kısmındaki küçük deliğe üflerseniz diğer ucundan ateş çıkacaktır."

Zend hemen teşekkür ederek iğneyi aldı ve içeri koştu.

Kafa hala bıraktığı yerdeydi ve hemen kafanın üzerine yine biraz önce birinden aldığı bir sıvıyı dökerek üzerine iğneyle üfledi. Adamın kafası bir anda alev aldı. Belli ki o sıvı, bir şeyin yanmasını kolaylaştırıyordu.

On dakika sonra adamın kafasından geriye sadece biraz kül kaldı. Zend, kafanın sadece kül olarak kalması için üzerine iğneyle çık daha fazla üflemişti ve sonunda başarıya ulaştı. "Oh be." alnındaki teri sildi ve kapıdan dışarı çıktı, ama daha çıkamadan bir düşme sesi daha duydu. "Tanrım, lütfen tekrar olmasın." Zend korkarak arkasına döndü, bu sefer yerde bir kol duruyordu, küfürler savurarak oraya gittiğinde o kolun da mükemmel bir şekilde kopmuş, ya da belli etmeden  kesilmiş olduğunu gördü. Kolu da alıp yakmak için yürüdü, ama gözüne parlayan bir şey ilişti.

"Bu da ne?" Zend ele baktı ve beyaz bir yüzüğün hala ona takılı olduğunu gördü. Sahibinin zaten ölü olduğunu düşündü ve yüzüğü alıp cebine attı. Yüzüğün üzerinde hiçbir işaret yoktu çünkü, Fun'un söylediğine göre sahibi ölünce yüzüğün üzerindeki işaretler yok oluyordu.

Kolu da aynı şekilde yaktı ve bu sefer de bir bacak, ya da herhangi bir organ düşmemesi için dua ederek hemen dışarı çıktı.

"Şükür, kazasız belasız çıktım." Zend havaya baktı, havanın gerçekten kararmış olduğunu gördü. "Hava da epey kararmış. Hemen Beyaz Taç'a gideyim bari." Zend yavrulara veda edip geri geleceğine söz vererek oradan uzaklaştı.

***

Kısa bir yürüyüşün sonunda Beyaz Taç'a vardı ve beyaz binadaki evine gitti, yatağa gömüldü. Aklına o anda aldığı yüzük geldi. İçinde neler olduğunu düşündü ve heyecanlandı. Fun'un dediğine göre yüzüklerin içine kılıç ve büyülü eşyalar gibi şeyler bile koyulabiliyordu.

"Ne var içinde acaba?" Zend'i çok yorgun olmasına rağmen uyku bir türlü tutmadı. Şu an gerçekten içinde ne olduğunu merak ediyordu. Kendini tutamadı ve hemen aşağı inip kahverengi binaya girdi.

Ana binada bir sürü insan vardı. Beyaz Taç akşamları çok dolu oluyordu doğrusu. Zend tanıdığı bir kişiyi görmeye çalıştı. Aslında kimse sorsa ona bir yüzüğün içindekileri nasıl göreceğini söylerdi, ama Zend şu an hızlı cevap almak istiyordu. Yeni tanıştığı insanlarla oturup konuşmazsa onlara ayıp olurdu. Tam kafasını sol tarafa çevirmişken, Saga gözüne çarptı.Uzun siyah saçlarını direk açıp rahat bir halde getirmişti ve iki  arkadaşıyla, önlerinde kendiliğinden hareket eden birkaç kukla gibi şeyleri dövüştürüp bir şeyler içiyorlardı.

Zend hemen koşarak onların yanına gitti. "Merhaba Saga." önce saygılı bir çocuğun yapması gerektiği gibi selam verdi.

"Bak sen, bu saatte çocuklar genelde uyuyor olurlar. Burada ne yapıyorsun? Yarın sen de okula gideceksin, değil mi?" Saga Zend'e baktı, o bakınca doğal olarak yanındaki iki kadın da Zend'e baktı. Zend ikisinin de öğretmen olduğunu düşünüyordu. İçinde öyle bir his vardı.

"Evet yarın ilk günüm placak. Ee, birazdan ben de uyuyacağım. Bir şey sormak için gelmiştim zaten. Sorabilir miyim?"

Saga daha Zend'e cevap veremeden yanındaki Saga'nın yaşlarında açık kahverengi saçlı bir kadın araya girdi. Kadının saçları boynuna kadar geliyordu ve düzgün bir biçimde kesilmişti. Zend'in nasıl olduğunu sarı renkli, büyük gözleriyle Zend'e baktı ve konuştu. "Bu çocuk bugün sürekli bahsettiğin çocuk Zend mi yoksa Saga? Kaç kere söylemiştin? Sanırı-" kadın tam konuşurken oturan üçüncü kişi olan sarışın kadın araya girdi ve "Bugün on üç oldu." dedi. kahverengi saçlı kadın tekrar konuşmaya başladı. "Hah, evet. Teşekkürler Iyu." kafasını tekrar Zend'e çevirdi.

"Kapayın çenenizi kızlar." Saga bir nefes aldı ve kafasının önüne düşen saça üfledi." Evet bu arada, karşımızdaki Zend."

Kahverengi saçlı kadın başıyla Zend'i selamladı ve, "Zend, ben de Hefrols. Memnun oldum. Yun'a attığın yumruk dillerden düşmüyor. Sekiz yaşında üçüncü seviye bir savaşçı olduğunu da duydum."

Zend de aynı şekilde "Ben de memnun oldum efendim." dedi ve başıyla kadının dediklerini onayladı.

"Ben de Iyu." yanda oturan sarışın kadın da araya girdi, Zend ona da kibarca cevap verdi ama içinden "Keşke başka birine sorsaydım, vakit kaybetmezdim." dedi. Sıkılmaya başlamıştı.

"Ee Zend, ne soracaktın?" Saga sonunda asıl meseleye geldi. Zend uzun süredir bunu bekliyordu zaten.

"Diyordum ki, bir yüzüğün içindeki şeylere onları dışarı çıkarmadan nasıl bakabilirim?" Zend, çok merak ettiği soruyu sonunda sormayı başardı.

0 yorum :

Yorum Gönder