Y.E Bölüm 11 - Pelerinliler

9 Mayıs 2016 Pazartesi

Y.E Bölüm 11 - Pelerinliler


Yazan "Countalucard" ve yayınlayan "Aydehan" a teşekkürler. Sizlerde keyifli okumalar :D




''E..efendi Kian.'' dedi ince bir sesle hizmetçi.
Kian karışık duygular eşliğinde hizmetçiye bakıyordu. ''Sen iksiri içen hizmetçisin.'' dedi, sesi titriyordu. Hizmetçi başını salladı sadece. ''Burada ne işin var?''

''Size hizmet etmem gerekiyor efendim.''
Kian yavaşça ayağa kalktı ve hizmetçiye doğru yürümeye başladı. ''Bana efendim demeyi kes. Ben sadece öğrenciyim, efendi değil.''

''Benim görevim burada, garnizonda hizmet etmek.''
''O halde diğerlerine etmen gerekmez mi?''
''Bu garnizonda her şey farklı efendim, burada serbest olan hizmetçiler efendisini seçme hakkına sahiptir ve ben Odilie Marita sizin kişisel hizmetçiniz olmayı talep ediyorum.'' dedi hizmetçi, sözlerinin bitmesiyle birlikte beyaz ve siyah iki ışık zümresi çıktı ellerinden. Havada Kian'a doğru gelen iki ışık birbirine karışarak griye dönen tek bir ışık halini aldı. Işık yavaşça Kian'ın bedenine girdi.

Kian bir anlığına bilincini kaybettiğini hissetti. Kendine geldiğinde sağ avucunda bir iz vardı. Kan damlası şeklindeydi.
''Artık ben sizin emrinizdeyim.'' dedi Odilie. Sol avucunu Kian'a doğru gösterirken. Aynı iz onda da vardı fakat sol elinde. ''Efendilerin sembolu sol elindedir, biz hizmetçilerinki ise sol elinde. Benimle istediğinizi yapabilirsiniz.''

''Ben bunu istemedim! Neden yapıyorsun?'' Kian sesinin tüm ormanda yankılandığını hissetmişti. Sesini alçaltıp devam etti. ''İksir şimdiye geçmiş olmalıydı, etkisi en fazla bir gün sürmeliydi. Neler oluyor burada?'' dedi endişeyle.
''İksiriniz benim üzerimde geçersizdir efendim.'' dedi Odilie. Başı öne eğikti. ''Bu tür ilaçlara karşı bağışıklığım var.''

Kian'ın gözleri büyüdü. Okuduğu onca kitap arasında duymadığı bir şeydi bağışıklık. ''Nasıl yani? Bağışıklık sahibi olmak, ne saçma bir şey!''
(YN: Burada argo, küfür kullanacaktım ama bu bebe daha ergen. Topluma kötü örnek olmasın diye kullanmadım.  xD)
''Wolfar ırkını hiç duydunuz mu efendim?''

***
Eski Kuzey Yeli Yetimhanesi Bölgesi
Yetimhane yıkıldığından beri dinmeyen rüzgar adamın pelerinini havalandırıyordu. Gökyüzüne baktı adam uzun süre.

Üç saat kadar sonra artık tek dikilen o değildi gökyüzüne bakarak. Küçük bir çember oluşmuştu yetimhane bölgesinde. Sekiz pelerinli adamdan oluşan çemberdeki herkesin rengi farklıydı.
Dokuzuncu adam, gri pelerinli, ortaya çıktığında gözler gökyüzünden ona  ve elindeki beyaz pelerine doğru kaydı. Adam ağır adımlarla çemberin merkezine geçti.

''Davete hoş geldiniz yüce pelerin sahipleri.'' Gözleri etrafı taradı ve gökyüzüne baktı. ''Gündüzün şefkatini kaybettik.'' dedi sakince. ''Gecenin nefreti doruklara ulaştı. Bitkinin şifası ve ağacın bilgesi ona yetişemiyor. Ateş ve Yıldırım, öfkenizi ve şiddetinizi saklayın! Onu gökyüzünün özgürlüğüne uğurlarken kadının sakinliğini ve güneşin neşesini bürünün! Yeni Şefkate kucak açın!'' Sesi gökyüzüne doğru çığladı. Elindeki pelerini kaldırdı. ''Ben gri olan; kötüyü ve iyiyi tek bedende toplayan size soruyorum: Şefkat görevini tamamladı mı?''

''Tamamladı.'' diye bağırdı yeşil pelerinli adam. Diğerleri de onu takip etti hızla.
''O halde beyazın yeni sahibini arayın. Şefkat bizi yalnız bırakmayacak!'' dedi gri pelerinli adam. Pelerini katlayıp eline aldı.

Tören bitince neredeyse bütün pelerinliler bölgeyi terk etti. Geride sadece üç adam kalmıştı. Siyah, yeşil ve gri...
Yeşilli adam yerinde duruyordu, diğer ikisi yanına geldi. ''Acını anlamayı dahi düşünemem.'' dedi gri pelerinli adam. ''Ama devam etmek zorundayız kardeşim.''

''Biliyorum, Athaliah. Kardeşlik ne yaşanırsa yaşansın devam etmek zorunda. Söz verildiği gün gelene kadar on pelerin sahibi kim olursa olsun yaşamalı.''
''Peki o ne durumda?'' dedi siyah pelerinli söze girerek.
''Hazır değil ama...''
''Aması ne?'' dedi siyah pelerinli adam.
''Güçlenecek.''
''Umarım dostum.'' Gri pelerinli adam, önce siyah pelerinliye sonra yeşil olana baktı. ''Şimdi gitmeliyiz, kendine dikkat et. Yanlış bir harakette bulunma, Voitto.''
''Tamam.'' dedi sakince. Son iki pelerinli de gittikten sonra gökyüzüne baktı tekrardan. ''Mao Lin. Dostum. Tohumu toprağa yerleştirdim. Gündüzün şefkati ya da gecenin nefreti... Neyi seçecek? Nasıl bir yolda gidecek? Ben... bilmiyorum, onu izle!'' İki tuzlu damla Voitto'nun yanağından süzülüp toprağa düştü.

***
Aongus Krallığı Başkenti Paura Karu

Büyük Meruem Sarayı

Aongus Kralı Meruem, halkı arasında gösteriş meraklısı bir kral olarak biliniyordu. Babası İser'in yaptırdığı üç yüz odalı sarayın yanı başına yeni bir saraya yaptırmıştı. Tam tamına üç bin üç yüz odalıydı. Bu açıkça ondan önceki kral olan babasına bir meydan okumaydı. Önceki sarayın tam 11 katı, babasının tahtta geçirdiği her yıl için üç yüz oda...

Saray odalarının çoğu haremindeki kadınlara ayrılmıştı. Zamanında gerçek bir zengin gibi yaşıyordu Meruem. Son yıllarda ilerleyen yaşına rağmen eski alışkanlıklarından vazgeçememişti ve haremini her gün büyütüyordu. Şimdi... Yeni bir saray inşa ediliyordu. Üç yüz odalı Harem Sarayı...

Yardımcılarının tamamı kadındı Meruem'in. En yakın korumaları dahil. Erkeklere güvenmezdi, sadece biri hariç.
Yatak odasında on üç kadın vardı Meruem'in. Krallığın on üç farklı eyaletinden gelmişti her biri. Kullandığı iksirlerin etkisiyle gece onun için uzun olmuştu. En son hizmetçiyle de işini bitirince hepsini apar topar odadan kovdu.

''İşiniz bitti mi kralım.'' dedi tek erkek hizmetçisi.
''Gel Azel, gel. Bu gece bu kadar yeter.'' Meruem yerinden kalkıp üstüne bir şeyler giymek için odanın içindeki bir bölmeye gitti. ''Anlat bakalım.'' dedi, sesi derinden ve boğuk geliyordu.
''Efendim, tahmin ettiğimiz gibi toplandılar, pelerin sahipleri.'' Azel'in yüzünde çirkin bir gülümseme vardı.
''Ne düşünüyorsun Azel? Bir sonraki toplantılarını basmak mı daha eğlenceli yoksa teker teker avlamak mı?''

Meruem bölmeden geldiğinde üzerinde onlarca koca, parlak taşlarla bezenmiş bir elbise vardı. Sarı uzun saçları beline kadar düşüyordu.
''Uyumayacak mısınız efendim? Neden bu kıyafetleri giydiniz?''
''İşlerim var.'' Meruem elbisenin yakasını düzeltti. ''Soruma cevap vermedin hala.''
''Bırakalım kendi hallerinde uğraşsınlar kralım.''
Kral meraklı gözlerle Azel'e çevirdi yüzünü. ''Neden böyle bir şey yapalım Azel?''
''Bırakalım kendi hallerinde uğraşsınlar kralım. Bu sayede her şeyin ellerinde olduğunu sansınlar. Bırakalım fareler kendilerini aslan sansınlar. Sonrasında, alfa aslanın dehşetini anlarlar değil mi?''
''İlginç bir fikir. Casusun ne durumda? Açığa çıkmayacağı sürece bu oyunu devam ettirme inisiyatifi sana ait ama unutma gri pelerinli benim! Athaliah... hayır İser benim! O ölmemeli, kendi bağırsaklarını yemeli, kendini tatmalı. Kolayca ölmesini istemiyorum. Diğer pelerinler senin olsun ama ona bir şey olur da elime canlı geçemezse onun için planladığım her şeyi senin üzerinde denerim!'' dedi Meruem, gözleri öfke ve nefretle parlıyordu.

''Elbette efendim, İser'in ölümü ellerinizden olacaktır! Buna emin olabilirsiniz.'' Azel Yehoshua saygıyla eğildi kralının önünde. ''Şimdi kralım, izninizle ayrılıp işimin başına dönmek istiyorum.''
Meruem eliyle git işaretini yaptı. ''Tamam, ayrılabilirsin.''

''Teşekkürler efendim.'' dedi Azel, kafasını kaldırmadan odadan ayrıldı.
Meruem açık pencereden yıldızlara baktı. ''Yıldızlara yemin olsun ki intikamımı alacağım, İser! Atalarımın kanını kirleten senin gibi aşağılık böceğin damarlarındaki bütün kanı çekeceğim!''

***************************************************************
Odilie neden Kian'ın hizmetine girdi?
Kian Wolfar ırkını hiç duydu mu?
Kian'ın seçeceği şeylerin anlamı ne?
Diğer pelerinler ne renkte?
Meruem'in kullandığı iksirlerin adı ne?
Meruem neden babasından nefret ediyor?

Merak mı ediyorsunuz? Yakında, beklemede kalın. (Çok da yakın olmayabilir)
Aydehandan not: Hayırlısı yakında olabilir... 

0 yorum :

Yorum Gönder