Yıldırım Efendisi Bölüm 6 - Kan

8 Mayıs 2016 Pazar

Yıldırım Efendisi Bölüm 6 - Kan


Yazan "Countalucard" a ve yayımlayan arkadaş "Aydehan" a bolca teşekkür eder. Sizlere keyifli okumalar dilerim.




Kian'ın esansiel damarlarından geçen esans iplikleri oldukları yerde durup dönmeye başladı. Birkaç dakika boyunca hızla dönen büyü esansları yamuk, hareketli bir küreye dönüştü. Aralıksız hareketine devam eden ruh esansı Kian'ın vücudunu şekilden şekle sokuyordu. Dışarıdan gören biri Kian'ın delirdiğini düşünebilirdi. Büyü esans parçaları, vücudunun her köşesine uzanan esansiel damarları içinde hızını arttırmaya devam ederek dakikalar boyunca dönerek büyüdü. En sonunda mor, parlak bir ışık bedenini parlattı.  

Son bir saat içinde yaşadıkları zaten yeterince şaşırtıcıyken, şimdi yaşadıkları yüzünden şaşkınlığı doruk noktasına ulaşmıştı. Önceden var olsa da bir işe yaramayan esansiel damarları artık yoktu. Bedenine büyü esansının dolduğunu hissediyordu ama bu esans merkezine ulaşmıyordu.
Vücudundaki her zerresinde içine çektiği esansı hissediyordu ama bu esans bir yerde birikmiyordu. Sürekli olarak hareket ediyordu. Kan damarlarıyla birlikte...

Kan hücreleri hızlı bir evrim geçirmişti. Bütün hücreleri güçle dolup taşıyordu. ''Bu...'' Kian aklına okuduğu bütün kitapları getirmeye çalışıyordu. Yetimhanede kaldığı yıllar içinde yüzlerce kitap okumuştu. Ve büyük bir kısmını ezbere biliyordu. Eğer okuduğu bir kitap içinde geçen bir konuyu rahatça detaylarıyla hatırlayabilirdi. Ama bu... ''lanet olasıca şey de ne?''

Kian meditasyon formunu bozdu. Yavaşça ayağa kalktığında bedenin çok hafif olduğunu hissetti. ''Olabilir mi?'' Zihninin derinliklerinde saklı olan basit bir büyü formasyonunu gözlerinin önüne getirdi. Elini yere paralel biçimde uzatıp büyülü sözleri mırıldanırken damarlarında akan kan hızlı bir şekilde eline pompalandı. Parmaklarının ucundan çıkan 5 ok ağır bir şekilde onlarca metre uzağa fırladı. ''Temel seviye savaş büyüsü, Beş Kardeşin Kararı''

Büyünün oluşmasıyla birlikte bileğinin üst kısmında toplanan kanın bir kısmı parçalanarak yok oldu ve eli birkaç saniye içinde çürüyerek yok oldu. Gözleri büyüdü Kian'ın. Defalarca yaralanmıştı ama ilk defa böyle bir şekilde zarar görüyordu. ''Bu ne lan?!''

Ama çok geçmeden normale dönen kan akışıyla birlikte eli kendine gelmeye başlamıştı. Şaşkınlık üstüne şaşkınlık yaşıyordu Kian. Kısa sürede birkaç yaş yaşlandığını hissedebiliyordu. ''Esans damarlarım yok, esans merkezim yok ama büyü yapabiliyorum. Neler oluyor? Keşke zamanında bir ejderha yüzüğü ya da gökyüzü sedefi bulabilseydim. Böyle zamanlarda işe yarayabilirdi.''

Kian düşüncelerini farklı bir yöne çekip iyileşmekte olan eline baktı. Çürümüş bir bitkiyi andıran eli, şimdi normal halinden daha yenilenmiş bir şekilde dönmüştü.

Tamamen yenilenmiş eline bir süre baktıktan sonra ayağa kalktı Kian. Kıyafetleri sağlamdı. Yürümeye başladığında zihni tamamen meşguldü. Büyü yapabiliyordu ama elleri büyüye maruz kaldığında tüm canlılığını yitirmişti. Normalde büyü sözlerini söylerken büyü esansı, esansiel damarlardan geçerek büyünün yapıldığı odağa doğru hareketlenirdi. Ama Kian şu an esansiel damarlara sahip değildi. Kanla birlikte taşınan esanslar eline geldiğinde kan hücrelerinin parçalanmasına sebep olmuştu. ''Kan canlılık demektir, kan hücreleri parçalandığına göre elimin çürümesi normal olmalı.'' Aklındaki sorulara yavaş yavaş cevap bulmayı umuyordu.

''Kendi kanımı parçalayarak büyü yaptığıma göre bir kan büyücüsü mü olmuş oluyorum?'' dedi Kian kendi kendine. Avucuna bakıp birkaç kere yumruk yaptı. ''Bu kötü olmalı, bir büyü yaptıktan sonra aynı uzvumu kullanarak büyü yapmam dakikalar sürecek olmalı.'' Kian'ın dudakları yukarı kıvrıldı. ''Eğer güçlü bir kan iksiri tarifi bulabilirsem bunu olumlu bir duruma çevirebilirim. Sadece, bulmak için biraz uğraşmam gerek.''

Kian aniden durup saatler önce Kuzey Yeli Yetimhanesinin dikildiği boşluğa baktı. ''Eğer Üstad Mao Lin'in anlattığı yerleri bulabilirsem tahmin ettiğim kadar zor olmamalı. Değil mi Üstad?'' Dört tuzlu gözyaşı Kian'ın yanağından süzülüp toprakla buluştu...
(YN: Pekmez kan yapar )
(Yayıncı Notu: Tahinle de ne güzel gider...)

***

Bir günlük yürüşün sonunda Kian karnında gürültülü bir guruldamayla birlikte küçük bir şehre varmıştı. Tabelalarda yazanlardan anladığı kadarıyla Lumin Şehrindeydi. Krallığın sınırlarındaki onlarca küçük, asker şehrinden biriydi Lumin. Nüfusu elli bin kadardı. Ve büyük çoğunluğunu şehrin doğusunda yerleşmiş garnizon ve onların aileleri oluşturuyordu.

Kian daha önce bu şehre gelmemişti ama Mao Lin'den defalarca kez duymuştu. Mao Lin'in eski bir dostu yaşıyordu şehirde. Üstadın tarif ettiği yolu çok iyi hatırlıyordu Kian. Aradığı dükkanı bulması çok uzun sürmemişti. Eski püskü bir evin altında kalan sıradan bir ilaç dükkanıydı.

Kapıyı açıp girdiğinde karşısında yaşlı bir adam bulmuştu. Adam tezgahın arkasına dururken, gözleri yarı açık bir biçimde Kian'a bakıyordu. Kıyafetlerinin durumu bir felaket atlatmış olan Kian'dan bile beter durumdaydı. ''Buyur delikanlı.'' adam titrek bir biçimde konuştu.

''Voitto Casey?''
''Evet, benim. Ne lazımdı.''
Kian ses tonunu kuvvetli bir açılış için toparladı, ''Kuzey Yeli ...''
Voitto Casey, Kuzey Yeli'ni duyar duymaz gözlerini tamamen açmıştı. ''Yoksa, Mao'nun öğrencilerinden misin delikanlı?''

Kian, toparladığı kuvvetli sesi kısa sürede kaybetti. ''Evet. Öyleydim yani...'' Gözleri düşmüştü Kian'ın. Dostunu kaybetmiş biri olarak neler söyleyeceğini bilmiyordu.

''Nasıl öldü?'' Adam aniden sordu.
Kian adamın yüzüne baktı bir süre. Sonra, ''Felaket.'' dedi sadece.
''O sesler... Okul nasıl?''
''Tamamen yok oldu, her şey ve okulda olan herkes...'' Saatlerdir hiçbir şey olmamış gibi düşünüyordu konuyu ama başkalarına anlatmaya başlarken, sanki boğazında bir şey düğümlenmiş gibi olmuştu.
Kian'ın gözleri dolduğunu gören Voitto, konuyu deşmeyi bıraktı. ''Beni takip et.'' Adam sakince arkasına dönüp Kian'ın içeri girdiğinde orada olduğunu fark etmediği tahta kapıyı açtı.

Önde Voitto Casey arkasında Kian kapıdan içeri girdiler. Kian kendini karanlık bir odada bulmuştu.
''İsmin ne evlat?''
''Kian.''
''Kian... Güzel isim. Soy adın?''
Cevap kesindi. ''Yok.''
Voitto karanlıkta elini birkaç kere hareket ettirdikten sonra bir gaz lambası buldu. Hızlı bir şekilde lambayı yaktı. Yaptığı ateş büyüsü Kian'ın gözünden kaçmamıştı. ''Buraya nasıl geldin?''

İçerisi aydınlandığında üç tane tekli koltuk karşılamıştı onu. Duvardaki birkaç resim, iki resim arasına konulmuş eski bir kitaplık ve bu koltuklar dışında oda boş sayılırdı. ''Üstat Mao Lin'in tarif ettiği şekilde.''
Adam kendini boş bir koltuğa attı. Dudakları yukarıya doğru kıvrılmıştı. ''Demek o ihtiyar benden ve dükkanımdan bahsediyordu.''

''Evet.'' Kian da davet beklemeden boş bir koltuğa oturdu. ''Sıklıkla.'
Bir süre Voitto'nun soruları üzerine Kian kendinden bahsetti. Son birkaç saatte yaşadıkları dışında önemsiz olanları atlayarak bazı şeyleri anlattı. Neden olduğunu bilmese de Voitto'ya kanı kaynamıştı. Çoğu yönden Üstat Mao Lin'e benziyordu.

''Ya siz?'' dedi Kian saygılı bir biçimde. ''Yalnız mı yaşıyorsunuz?''
''Eskiden böyle değildi. Gençliğimde ilaç avlarına çıkardım, Mao ile de bir ilaç avında tanıştık. Hayatımı kurtarmıştı. Kardeşlerim vardı, ailem... İnanabiliyor musun, bu yaşlı ihtiyarın beş çocuğu vardı.'' Voitto keyiflenmiş bir şekilde arkasına yaslandı. ''Beşi de erkekti hem de. İki düzineden fazla torunum vardı tam sayısını bilmiyorum. Oğullarım da benim gibi hızlıydı.'' Odada çınlayan bir kahkaha attı ama aniden kesti kahkahasını. ''9 yıl önce hepsini kaybettim. Sadece küçük oğlumun eşi ve kızı yaşıyordu. O da beş sene önce ailesinin yanına döndü.''

Voitto, konuşmasını bitirip Kian'a baktı. ''Şimdi ne yapacaksın evlat?''

0 yorum :

Yorum Gönder