DD-Bölüm 56- Muhabbet

9 Mayıs 2016 Pazartesi

DD-Bölüm 56- Muhabbet


Yazan " Aydehan" ve düzenleyen "Dunklesplatz" a teşekkürler. Keyifli okumalar...





Selam millet Mete karşınızda!!
Tamam hemen sırnaşmayın biliyorum bende sizleri özledim.
Şunu fark ettim. Artık bir blogda yayınlanıyormuşuz ilk sonra başka bir siteye yükleniyormuşuz falan filan... Yazar anlattı da pek kulak almadım ona. Neysem yeni evimiz blog hepimize hayırlı uğurlu olsun!!!

//YN: Buradan yazar arkadaşlarıma sesleniyorum. Sizde serinizin önce blogda yayınlanmasını istiyorsanız. Serinizin resmini tanıtımını ve bölümlerini “ oguzaydemir1@gmail.com  “ adresine göndermeyi unutmayın sizlerin de serisini yayınlamaktan mutluluk duyarız... 

Tamamdır yazar da duyurusunu yaptığına göre biz tekrardan konumuza dönebiliriz.

                                                                                   ***
Sandalyeye oturdum ve ihtiyarın o şaşkın suratı ile karşı karşıya geldim. Alnında hafif bir terleme vardı, şaşkın bakışları ve saf kalpliliği insanın içini ısıtıyordu...

“ Hiç tanımadığı birisine yardım ettin ha...? “ kendi kendime konuştum. Açıkçası bu zaman içerisinde bırakın hiç tanımadığı kişiyi, kendi akrabalarına bile yardım etmiyor insanlar...

Bütün köy gözümün önünden geçti. O işkence yapan adam, eşi ve çocuğu için elinde kıt kanaat yetecek yemeklerini pişiren adam, çocuğun kıza tecavüz edişi, katı yürekli gibi gözükse de yardım sever bayan...

Aklıma şu soru takıldı. “Acaba ben bardağın hangi tarafına bakıyorum. Dolu mu? Yoksa boş tarafına mı? “ 

Kısa bir süre düşündüm bunu zihnimde sürekli kendim ile tartıştım. O kadar fazla düşünmüştüm ki bir ara beynimin alev almasından korkmuştum. En sonunda ise çözümün şu olduğuna karar verdim. “ Gözlerin ile neyi görmek istiyorsan, gördüğün odur... Önemli olan nereye ve nasıl baktığındır...”

Tamam biliyorum, çok felsefik konuştum. Hatta kendim bile şaşkınım bu meseleden ötürü ama... Sizce de öyle değil mi? İki mikrop için bir yoğurdu çöpe atmak hangi insan için mantıklıdır ki? Her zaman kurunun yanında yaş yanar mı ki?

Yanmamalı!! Masumlar sırf dört, beş adet cani yüzünden yok olmamalı...

Hayali şeffaf bir ekranda görünen iki adet seçeneğe tekrar baktım. Her ne kadar katliam eğlenceli ve işime yarar çok fazla tecrübe verse de...

Derin bir nefes aldım ve insan olduğumu kandırma seçeneğine bastım.
[[ İnsan olduğunu söyleyerek, yaşlı adam ile geçinme görevini seçtiniz. Küçük bir hatırlatma... İnsan olduğunuzu inandırmak için kelimelerinizi iyi seçmeniz gerekmektedir. Aksi halde insanlar söylediklerinize inanmayacak ve görev geçersiz olacaktır.]] 

Hayda... Bu da ne şimdi... Bu olmadı bak ama!!!
Lucifer senin ben yapacağın işin...
Neyse...
Hayali ekranda ki butona tıkladığım anda yaşlı adamın kirpikleri hızlıca iki kez kapanıp açıldı. Yüzündeki ifade de bir önceki sorduğu sorunun cevabını aradığı çok belirgin idi.
“ İnsanım sadece ihtiyar, küçüklükten beri insanlar ne zaman bu halimi görse aynı soruyu soruyor... Açıkçası doktorlar bile tam olarak anlamış değil dediklerine göre; Metabolizmam ve vücut fonksiyonlarım normal bir insanın on katı kadar daha hızlı çalışıyormuş. “ 
Yaşlı adamın söylediklerimi sindirebilmesini bekledim. Kolay değil sonuçta sindirebilmesi...

Ellerinin birisini hızlıca çenesinin altına koydu ve sakallarını ovuşturdu. “ Eğer metabolizman on kat daha hızlı çalışıyor ise, senin şuanda dış görünüş olarak en az benim kadar yaşlı gözükmen gerekmiyor mu? “ dedi ihtiyar. Hımm... Mantık olarak haklı lan aslında...

Bakışlarımı masumane bir hale getirdim ve “ ihtiyar acaba... Sen... Doktor musun? Eğer öyle ise bana da bu hastalık hakkında bilgi verir misin? “  diye sordum. Az çok çakmak üzere olduğunu anladığımdan soruyorum. Yoksa yalanıma inanmaz değil mi?

Yaşlı adam sakalını bir iki kez daha avuçladı. Sakalda öyle bir sakal ki sormayın adam y****k ovuşturur gibi ovuşturuyor. Kuş kalkamıyor ya tabii...

Bilirim onun acısını ihtiyar bilirim!!

Sakalını avuçlaması bittikten sonra ellerini,  sandalyenin kolları üzerine yerleştirdi ve bacaklarından birisini diğer bacağının üstüne doğru attı. “ Dediği doğru evet, ben bir doktorum... Her ne kadar emekli olmuş olsam da... Eğer dediğin gibi bir şey ise mantıken benim yaşımda gibi gözükmen gerekir. Biz buna “Progeria” diyoruz. Sana bakarken ise bu hastalığın h sini dahi göremiyorum. Bu beni birazda olsa sorugulamaya götürmüyor değil “ dedi.

(//YN: Şimdi bir çok insan progeria nın böyle bir hastalık değil de çocukların erkenden yaşlanması olduğunu söyleyecektir. Biliyorum sadece şu an ki durum için ismini kullanmak istedim. Lütfen yanlış anlamayın...) 

Progeria... İlginç doğrusu. Söylediklerinden hemen sonrasında alt dudağımı kıvırdım ve iki omzumu da havaya kaldırdım ve... Ah birde ellerimi de yukarıya bakacak bir şekilde havaya kaldırdığımı fark ettim.

“ İnan bilmiyorum vallahi ihtiyar. Doktorlar bana bu şekilde söylemişlerdi. Küçücük bir çocuk iken kolum kırıldığında bile en fazla sekiz saat alçıda kalmıştı. Doktorlar bile bu olayı gördüklerinde şaşkınlıktan ağızları bir karış açık bir şekilde bana bakmışlardı.” 

İhtiyar uzun bir süre suratıma baktı. Sanki yalan söylediğimi anlayacak gibi idi. Hızlıca suratıma en masum olduğum gülümseme mi yerleştirdim ve gözlerimi kapattım. Bu gülüşüm ile kızlar,  bana hep çok tatlı olduğumu söylerdi.

“ Peki, haklısın aslında bir çok yeni hastalık türü ortaya çıkmaya başladı. İnsan hangi birisini hatırlayacağını bile şaşırır hale geldi. Elbet bununda bir teşhisi yapılmıştır. Ah sahi sana bir saattir ne diyeceğim diye düşünüyorum da... “ 
“ Evet ne diyecektin ki? “
“ Git de götüne bir don giy eşşek!! “ diye bağırdı.

Etrafa baktım hızlıca bir bana mı diyor diye... Sonrasında etrafta benden başka kimseyi göremeyince anladım ki bana diyormuş.

“Götümde ki donu çıkarıp yok eden sensin üstüne birde şimdi don giy diyorsun. İhtiyarlık başına vurdu da unuttun herhalde uyandığımdan beri çıplağım lan!!! Hepsi senin yüzünden!! “

Dediğim anda yaşlı adamın suratına bir titreme geldi. Harbi titredi yalnız sakalları falan iki üç kez ufak ufak sallandı şerefisizim ki.
“ Seni saygısız köpek!!! Cafer neredeysen gel ulan buraya!! “ diye bağırdı.

İçeriden paldır küldür gelen iri yarı bir çocuk şaşkın gözler ile ihtiyara doğru baktı.

“ Al şu kılsız primatı gözümün önünden de gidip bir don falan ver. Çıplak, çıplak dolaşıp ta evimin bereketini kaçırmasın it!! “ dedi.

İhtiyar bunları söylerken domates kadar kırmızı bir hal almıştı. İki kez öksürdü ve derin derin üç kez nefes aldı.

“ Im. Tamam dede sen merak etme ben şimdi onu adam ederim” dedi isminin cafer olduğunu bildiğim gavat tanesi.

Beni kolumdan hızlıca çekiştirdi ve “ gel bakalım birader, sana uygun neyimiz varmış bir göz atalım” 

Lannn!!! Umarım o düşündüğüm gibi birisi çıkmaz. Daha yeni ikna ettik ihtiyarı bir daha papaz olmayalım da ne olursa olsun.

Çekiştire çekiştire beni diğer odaya götürürken odanın naylon ile kaplanmış penceresinden iki kısık sesli çığlık duyulmuştu.

Sonrasında ise bildirim sesi gelmişti. Gelen bildirimin ne için olduğunu gayet iyi biliyordum.






0 yorum :

Yorum Gönder