DD-Bölüm 49- İnekcik 2

3 Mayıs 2016 Salı

DD-Bölüm 49- İnekcik 2


Minatorun bu denli gelişmesinden sonra hızlıca üstüme doğru atılacağını zannetmiştim. Lakin düşündüğüm gibi yapmamıştı...
Her adımını adeta zorlukla yapıyor gibiydi. Tıpkı şey gibi....
Hani bilirsiniz ya... Meka animelerde insanlar dev robotların içine binerde robotun her adımı kağnı gibi yavaş olur. Yavaş ama uzun...
Hah aynen işte buda tıpkı o şekildeydi.
Tek birşey yapmaya niyetleniyor gibiydi. 
İlk hareketinin aynısı... 
Koca devasa baltasını bana doğru sallıyordu...
Baltasını omzundan almış olduğu güç ike iki tur çevirdikten sonra bana doğru son sürat fırlattı.
O hataya bir kez düşerim.
Daha fırlatmadan. Ard arda iki tane takla atarak kaçındım.
Bunu yaptığımda hepimiz biliyoruz ki Souls oyunlarında bossdan kaçan kişiye benziyordum.
Baltasını fırlattıktan sonra ellleri boş kalan koca inekciğin üstüne doğru koşmaya başladım.
Sanki bun u bekliyormuş gibi hemen ellerini sıktı ve devasa iki tane balyoz meydana getirdi. 
Hedefim mi millet iki yumruğundan sıyrıldıktan sonra arkasına geçip daha tepki veremeden işini Leydi'ye ait evrim geçirmiş pasif yeteneğim ile bitirmek. 
Bir taşla iki kuş vurmuş olacağım.
1.Kuş: Minator'un işi bitecek
2.Kuş: Yeteneğimin ne kadar güçlü olduğunu öğrenebileceğim..
Tamam şimdi o yumruklara hazırlanalım...
İlk yumruk sol taraftan gelmişti. Adeta ağır çekim gibi gelen yumruğun bana çarptığı anda balyoz etkisi yaratacağını bilebiliyordum. 
Sol yumruktan kolayca sıyrılmam ile önüne doğru geldim. 
Sağ yumruğuna komut vermiş olan beyni yavaş çalıştığından olsa gerek ki; Bana kafası ile saldırsa kesin öldüreceği halde yumruk atıyordu. 
Sağ elinin vücuduma çarptığında bir meteor etkisi yaratacağını biliyorum. Sadece eğilerek kurtulabileceğim bir şekilde olduğumdan ötürü başka bir şey düşündü ki; nitekim bu işime yaradı. 
Basketbol oynayanlar biliyor bunu. Hayal edin ki elimde bir top var ve önümde ise bir perdeleme, elimde ki topu ise perdelemeden geçirmem gerek.
Topu sabit tutup kendi eksinim etrafında dönerek hızlıca perdeyi geçiyorum. 
İşte!!
Aynısını yaptım ulan!! 
Hatta perdeye bile gerek duymadan!!
Elimde Leydi ile daha şekilli şukullu olduğuna eminim ama yumruğun saçımın telleri arasından geçişi ve bu tellere sadece dokunarak koparma kuvvetine sahip oluşu biraz ürpermeme yol açtı.
Tamam ürpermedim. Sıçtım resmen!!
İyiki kurtulmuşlum ulan!!
İki uzun adımda arkasına geçtim ve Leydi'yi savurmak için gerekli pozisyonu ayarladım. 
Kılıç daha savurmaya başlamadan önce hafif bir şekillikle parıldadı...
Savurduğumda ise kocaman bir uzak doğu ejderhası kafası kılıcımın içinden çıkmıştı.
''Roooarrrr!!!!!!!'' 
Kükreme adeta tüm ülkeye yayılmış gibi hissetmiştim. Yeşilin tüm renk tonlarının bulunduğu bu şok dalgası ejderi daha kılımdan çıkar çıkmaz. Yerdeki çimenli toprakları ve ufak taş parçalarını yok etmeye başlamıştı...
Minator'un gözleri büyümüştü.
Biliyordu, öleceğini...
Son anda bir kolunun bana doğru hareket edişini gördüm...
''Gümmmmm!! ''
Diye bir ses beynimde yankılandı ve gözlerimin bu acıdan ötürü sulandığını hissettim. Vucut dengem bozulmuş ve yere düşmüştüm.
O sırada ise yeşil bir ışık ortalığı tamamen kaplamıştı ve yeşil dışında hiçbirşey görülemez olmuştu. 
Siktir lan bu sefer bayılma falan yok ölecek o it!! 
Tüm kuvvetimi ayağa kalkmak için kullandım. 
Doğrulabildiğimde ışık sona ermişti. 
Artık durmanın mantığı yok idi.
Hızlıca ayaklarımın üstüne geldiğimde ise gördüğüm manzara beni adeta benden aldı!!
Minator'un boynuzu hariç bütün vucudu ve 500 metre ilerisin de muazzam bir büyüklükte bir yarık meydana gelmişti. 
Daha ne kadar dayanabileceğimi bilemediğim için hızlıca boynuzu aldım ve ağzıma doğru götürdüm. 
Ne olursa olsun midemde güvende olacağına emindim!!...
Mideme inekciğin devasa boynuzu indiğinde ise son gücümden de birşey kalmamıştı. 
Hızlıca gözlerim kapandı ve vucudum yere düştü...
***
Tamamen yok olmuş üniversite kampüsünün yer yer sisli yer yer ise kararmış binalarının arasında, beyaz bir kabana sahip elinde ucu "Y" şeklinde ikiye ayrılmış; Erbaşlara ait beyaz ve mavinin karışımından meydana gelmiş sağ ayağında ki ayakkabının burnu yırtılmıştı. 
Gri sakallara ve adeta çalıya benzer kaşlara sahip yaşlı bir adam. Elinde avucunda kalmış son üç koyun ve bir koçunu güdmekte idi. Çenesinin altında toparlanmış sakalını ovuştururken bir yandan da daha öncesinde torunlarının zoru ile izlemiş olduğu filmleri ve dizileri izlerken bile gülümsemiş ve hatta "Oyuncular bile artık tamamen işe yaramaz olmuş. Çöp niteliğine sahip öyküler için adeta birbirlerini eziyorlar" demişti...
Yaklaşık iki hafta önce sabah namazını kılmış birde şükür namazını kılmak ister iken sesi işitmişti. İlk başta şeytanın kendisine vesvese verdiğini düşünmüş ve namazına başlamıştı. 
Şükür namazını bitirip kahvaltı masasına oturan yaşlı adam kahvaltısını bitirdikten sonra sandalyeden kalkarken, bu sıralar belinin vermiş olduğu rahatsızlığa ufak bir gem vurmuş sonrasında ise Allah'a tövbe etmişti.
Sonrasında ise imkansız olduğunu düşündüğü olaylar başına gelmeye başlamıştı. Bir eşi, iki torunu ve kendisi kalmış olan yaşlı adam ilk başta devletin hatta devletlerin düştüğünü benimseyememiş "Şu işe bak! Koskoca devlet üç-beş çığırından çıkan serserilere bile hadlerini gösteremiyorlar mı? Ulu önder Mustafa Kemal koca bir cihana karşı ülkeyi bir grup arkadaşının siyasi bilgisi ve... Halkın azmi ile kurtarmışken, şimdiki nesil bırakın siyasi bilgiyi, halkın azmini bile kazanamıyor. Çok yazık çok..." diyerek tepkisini göstermişti. 
Yaşanan kaos ve terörden eşini ve iki torununu zar zor kurtararak kampüse gelmiş yaşlı adam. Burasının da o garip yaratıklar ile kaynadığını görmüştü. Hatta o yaratıklardan bir tanesininde kendisi olmasına ramak kalmıştı...
Yaşadığı onca eziyetten sonra bir kaç insan ile tanışmıştı. İnsanların herbiri birbirine korkar gözler ile bakıyor ve tanıdıkları dışında kimse ile kolay kolay etkileşime girmiyordu 
Canına tak etmiş yaşlı adam "Birlik olmazsak bizlere ne olur. Bu canavarlar yüzünden dünya bu hale geldi diye kendimizi salmak niye? Birlik olalım! Kendimize yaşayabileceğimiz bir yer yaratalım!!" diye bağırmıştı.
Halk yaşlı adamın düşüncelerini ve söylediklerini ilk başta önemsemedi ve bildikleri gibi yaşamaya devam etti. Ancak nereden bilebilirlerdi ki bir gürültü eşliğinde o yaratıkların kendilerine doğru gelebileceklerini...
Sonrasında bir çocuk yaşadıkları alana geldi. İsminin Jason olduğunu ve bu alanda bir yerleşim bölgesi kuracağını belirtmişti... Genç bir çocuktu, üstünde bir okulun üniformasını taşıyan çocuk lise öğrencisi olduğunu belli ediyordu. Saçları güneş kadar sarı renkte idi gözleri ise denizler kadar mavi. Yaşlı adam çocuğun oldukça yakışıklı olduğunu ve kızların çok canını yakacağını anlamıştı, kendi torunları olmaması için dua etti.
İnsanları konuşması ile adeta büyülüyordu ne derse desin insanlar ona itaat ediyorlardı. Yaşlı adam çocukta birşeylerin garip olduğunu hissetmişti lakin çoktan iş işten geçmişti.
Halkı galeyana getirdi ve bir kaç gece kondu yaptırdı. Yeni yeni geliştikleri için malzeme eksiklikleri vardı. 
Kampları yani yeni köylerinde 100 den fazla insan bir araya gelmişti. İlk gün ki umıtsuzlukları yok olmuş ve Jason'ın bir dediklerini iki etmemişlerdi. 
Bir haftanın sonunda ise Jason "millet oldukça iyi gidiyoruz lakin hammaddelerimiz oldukça azaldı! Bir sefer yapmak istiyorum. Gönüllü olarak katılmak isteyen olursa ganimetin %5 inden yararlanıcağına söz veriyorum!!" demişti.
Yaşlı adam bu durumda içinde neden bir sıkıntı olduğunu bilmiyordu. Lakin bu sefere gitmenin ölüm ile eşdeğer olduğunun farkına varmıştı. Torunları her ne kadar gitmek için çırpınsa da izin vermemişti. Asla vermezdi de...
Lakin bir torunu sefer hareketi sırasında yaşlı adamdan gizlice sefere katılmıştı. İsmi cansu olan torunun gittiğini fark ettiğinde yaşlı adamın gözlerinden birer damla yaş yere doğru düşmüştü...
Biliyordu ki torunun bir daha asla geri dönmeyeceğini...
Nitekim söz verdikleri günü geçtiğinde bile bir kişi bile geriye dönmemişti...
Elinde avucunda kalanlar ile hayata devam etmesi gereken yaşlı adam... Acısını alamayacağının farkındaydı. Evlatlarının onlara bırakmış oldukları emanetlerine sahip çıkamamıştı... 
Kendisini tamamen dışarıya kapatan yaşlı adam ömrünün son günlerinde ise sadece koyunlarını gütmüş ve hanımı ile bir iki kelime muhabbet eder olmuştu. Gitmesine engel olamadığı için bir türlü kendisini affedememişti.
Üniversite binalarından uzaklaştıkça çimenlerin ve yeşilliklerin döngüsünün daha güzel olduğunu ve yaratıkların daha da azaldığını fark eden yaşlı adam elinde sopası, sürüsünü binalardan ve medeniyetten daha uzak sessiz ve sakin bir alana götürdü...
Koyunların ve koçun melodik otlanması sırasında ise bir ağaç kenarına gelerek sırtını ağaca yasladı ve kendisinin yapmış olduğu tahtadan kavalını üfürmeye başladı.
Her nefesi ile kavalından acı dolu insanın kederini yansıtan evlat acısının ne derece büyük olduğunu belli eden bir ağıt dökülüyordu...
Doğadan gelen kuş cıvıltıları adeta bu şarkı için yaratılmıştı. Müziğin ahenkine göre dans ediyor ve o melodiye göre ötüyorlardı. 
Yaşlı adam dünyanın hep böyle olmasını istediğini fark etmişti...
Huzurlu şarkı dolu ve neşeli...
Lakin kötü şans bu ya tam o sırada yaşlı adamın yakınlarında adeta kükreme gibi bir ses kulaklarını delip geçmişti...
Sesin şiddeti öyle büyüktü ki yaşlı adam bir bombanın yakınlarında patladığına emin olmuştu. Öncesinde boş vermeye niyetlendi ellerini kafasının üstüne koydu ve gökyüzüne baktı. Büyüleyici gökyüzünde kocaman bir buluttan başka hiçbir şey yoktu. 
Bu pozisyonda duran yaşlı adam daha fazla dayanamadığını fark etti. Beyninde merak, endişe ve yardım edebilme duyguları meydana gelmiş ve onun bu pozisyonda durmasına izin vermemişti.
Ayağa kalktı ve sürüsüne bir ıslık ile komut verdi. Gitme zamanı gelmişti...

0 yorum :

Yorum Gönder