Home » Archives for Mayıs 2016
31 Mayıs 2016 Salı
29 Mayıs 2016 Pazar
E.S Bölüm: 2
06:54 Unknown
Kılıcın kabzası için, Ateş Ejderhası'nın tırnağının ve kuyruğunun ucu, kılıcın çeliği için Drowların liderindeki, Kutsal Antik Kara Kılıç , * Rüyamdaki kılıç bu olsa gerek diye düşündü, kendi içisel dünyasında Eldar. * ve özel olarak yeniden dövülmesi için dünyanın merkezine, lavlara bir yolculuk gerekliydi. Tüm sihir malzemeleri karıştırılıp, kılıç dövüldükten sonra, sihirli sözler de parşömende yazdığı okunma şeklinde söylenmeli, tüm bu esnada aynı anda o parşömen de orada yakılmalıydı. parşömenin yakılmasından elde edilen küller kılıcın üzerine serpilerek gerekli bütünleştirme işlemleri tamamlanılmış olacaktı.
Gülmeye başladı, hatta öyle bir güldü ki, çıkan bir Orc Komutanı'nın ses tonundaki kötü kahka sesinden ormandaki yaratıklar bile kaçıştılar. Bu malzemeleri Orclar toplayamazdı, ama asıl amaçları neydi acaba? En iyisini zamana bırakmak dedi ve kendi çadırına gitti. Rahat bir uykuya ihtiyacı vardı.
DROW DİYARI
Uyandığında boğazında çeliğin verdiği ani soğukluğu hissetti. Ani bir hareketle Drow'u altına aldığında boğuşmaya başladılar. Çadırda bekleyen bir kaç Drow'un attığı çelik ağ ıle etkisiz hele geldi. Aslında bu kadar kolay bir şekilde yakalanmazdı, ne olduğunu ve işilerin aslını çözebilmesi için, aciz ve yakalanmış gibi davranması gerekmekteydi. Belli ki çok güvendikleri büyücü kendi ırkını Drow'lara satmıştı. Bir gecede hepsi kılıçdan geçirilmiş, etraf kan gölüne dönmüştü. Doğrusu sıradan bir baskınla da sarhoş olmuş seçkin birliği alt etmek kolay olabilirdi. Kazıklara oturtulmuş Orc kafatasları ilgi çekici geldi birden gözüne. Alması gereken intikamı, Drowların almasına çok içerlese de intikamı alınmıştı. Kendisi de tehlike altındaydı. Eldar olarak bir tutsak değild. Drowların elinde seçkin bir Orc Komutanı olarak, işkence yoluyla bilgi edinilebilmek amacıyla elde tutuluyordu.
Dışarıda, iki Drow kendi aralarında özel bir lisanla konuşuyorlardı. Tutsak tutulduğu yerdeki askerlere konuşmadaki kullandıkları özel lisanı anladığını belli etmeden konuşmalarını dinlemeye başladı.
- Bu salak Orc Mage özel bir kılıcın için tüm arkadaşlarını sattı. İçeride komutanları da var. O da anlaşmanın içindeymiş.
x
Y.N. Yani aslında illüzyon yeteneğiyle görünümünü kopyaladığı Komutan , hain planları için büyücü olan ırkdaşıyla bu planı yapmış ve baskın süsü vererek kendini yakalatmıştı. Eldar, ilk gerçek ip ucu diyerek ışıldayan gözleriyle dinlemeye devam etmeye karar verdi. Olayların daha nekadar karışacağını merak ediyordu.
( Karamanın Koyunu , Sonra Çıkar Oyunu :) )
x
Ne kadar da salaklar değilmi, Liderimiz parşönemi ele geçirince ikisinin de derisini yüzecek. Nerede o pis büyücü, gelse de işimizi bir an önce bitirsek. Komutan'larını tutsak aldığımızı bile bilmiyor. Salaklık onların doğalarında var dedi öteki asker. GEcenin karanlığından daha da karanlıktı gözleri, bakışları bir insanı taşa çevirmeye yeterdi. Büyücü çadıra girdiğinde Komutan'larının esir tutulduğunu görünce , şoka girdi. Bu anlık şok nedeniyle "Eldar'ın" kılık değiştirdiğinin farkına bile varamamıştı. Orc lisanıyla sordu. "Zydrax", neler oluyor? Asıl sana sormalı diye cevapladı, Orc Lideri, iksiri alabildinmi, iksir yanındamı ? Evet, anlamıyla sakince başını salladı büyücü. Drowların Komutan'ı içeriye girdiğinde, evet , hadi şu bahsettiğin parşömenini çıkart bakalım, dediklerin ne kadar doğruymuş, görelim.
"Eldar'a" bakarak, Komutan'ınız bir süre daha bizim misafirimiz olacak, aslında onun için KERASUS'u düşündüm, dedi hain bir gülümsemeyle.
* Kerasus, asit elementinden oluşan, nefesinden asit zehiri dumanı ve asit tükürüğü atabilen , bir tür ilkel devasa antik çağ ejderhasıydı.
Zydrax, telepatik olarak büyücüyle konuşmaya başladı, şimdi dediklerimi çok iyi dinle, teleportasyon ile ilgili işlemleri başlatıyorum, sen de parşönenin bir kopyasını ama sahte olan bir herhangi parşöneni bu parşömene benzeterek oluşturacaksın. Kendisi teleportasyon ile ilgili sözcükleri tamamen tamamlamıştı, sadece düşünceyi aktif edip yönlendirmesi kalmıştı. Parşönenin hazırlandığı zaman bana işaret et! Büyücü, çadırındaki raflarda yer alan parşömen yığınına doğru yöneldi, aralarından bazıları özenle yerleştirilmiş gibi görünüyordu. Aralarından herhangi birini , özel bir itina ile yerinden çıkarttı ve büyüsünü okumaya başladı. Büyü aynı zamanda parşömeni başkasının kullanamaması için oluşturulan, büyü bariyerlerinden oluşan söz aktarımlarının tesirlerini de ortadan kaldırıyor , kullanıma hazır hale getiriyordu. Şüpke olmaması için , herşeyin gerçeğine yakın bir şekilde yapılması gerekmekteydi.
- Sispus hokus mandarin , eugzauss transportation magius !!!
Karşılarında bir kapı belirmeye başladığında Eldar, zırh kavrama tekniğindeki gibi benzer bir teknikle , üzerine atılmış çelik ağı ani bir hareketle havaya kaldırdı ve ağdan kurtularak , Drow Komutan ve askerlerinin üzerine attı. Onlar ne olduğunu anlamadan çırpınırlarken, büyücünün elini çoktan kavramış, aslında elleri bir pençe gibi büyücüyü kavramış ve kendine doğru çekmiş idi. Hızlı bir şekilde gizemli kapıdan içeriye adım attılar. Görüntüleri bir anda parlayıp kapıyla beraber ışıldayıp yok oldu.
Kendilerine geldiklerinde biz neredeyiz, nereye getirdin bizi diye sordu, büyücüye.
- Güvenli bir yerdeyiz diyerek cevapladı büyücü. Troll Diyarı'nın girişi burası, meraklı gözleriyle dikkatlice Zydrax'ı süzmeye başladı. Haykırarak, ama sen O değilsin ! Komutan'a ne oldu diye sordu, Eldar'a büyücü.
* Evet, ben Kkarhun oğlu Eldar, yedi seçilmiş savaşçının efendisi olarak müjdelenmiş insan, intikamım için bu anı çok uzun zamandır bekliyordum. Seninle işim buraya kadar, diye de ekledi, sakın büyü yapmaya kalkma yoksa seni pişman ederim! O esnada büyücünün sırtı dönüktü, yüzünü Eldar'a doğru döndüğünde, büyük bir meteora benzeyen ateş topunu ellerinden atarak Eldar'a doğru gönderdi. Ateş, etrafındaki her şey kavurarak , Eldar'a doğru yaklaşmaya başladığında, büyücü neler olabileceğinden doğrusu habersizdi.
Ellerinde meteor alevleri şekillendi, sanki ateşin ona hiç bir etkisi yoktu. Hava boşluğunda en güçlü büyüsüyle hazırladığı ateş küresi, Eldar'ın ellerinde bir oyuncak gibi şekillenmeye devam etmekteydi, artık büyücü Eldar'a korku dolu gözlerle bakıyordu. Kendisine doğru gelen ateşden kaçamadı ve olduğu yerde çığlıkları atarak yanmaya başladı, her bir uvzu yanarak eriyor pişmiş lapa etler şeklinde bedeninden yere dökülüyordu. En son kemikleri bile küle döndüğünde , esen rüzgar artıklarını süpürüyordu.
Eldar, kaçış esnasında ayrıca büyücünün yolculuk sonunda yanında getirmiş olduğu özel çantasını da belli etmeden almıştı.
Y.N. Birazcık arakçılık hissettim bizim kahraman adayında :)
İşte, hak ettiğin yeri buldun dedi, savrulan küllere bakarak. Gözleri yaşlıydı, anne, baba, intikamlarınızı aldım, artık huzur içinde uyuyabilirsiniz dedi, mırıldanarak. Troll Diyarı ise gerçekten de tahmin edilemeyecek tehlikelerle dolu bir yerdi. Sezilerine güvenerek ve gizlenerek ormanın güvenli tarafına doğru yürümeye başladı. Büyücünün çantasını bir yandan kurcalamaya başladığında, Drow'ların Şehrine'de giden gizli bir yol haritasının krokisini bulduğunda çok sevindi.
Guruldayan karnı, onu uzaklarda görmüş olduğu garip bir hana doğru yönlendirdiğinde o tarafa doğru gizlenerek yolculuğuna başladı.
ORC KAMPINDA ÇADIRDA
Drow'ların Komutanı çadırda askerlerine kin kusuyordu. Ahmaklar, iki kişiyle bile baş edemediniz. Ne işe yararsınız ki!" Karanlık lider Gaddar Delmar", hepimizin derilerini yüzerek işkence edecek dedi, altı askerine birden. Ağzınızdan bir şey kaçırdığınızı duyarsam sizi Drow şehrine ulaşamadan timsahlara doğrar atarım dedi. Ani bir hareketle ağdan kurtulmaya çalışan beş askerin birden kafalarını uçurdu. Korku dolu gözlerle bakan askere bu aramızda bir sır olarak kalacak dedi. Yoksa, Delmar bizi yaşatmaz. En kötü işkencelere mağruz kalmak istemem. Ben , burada işleri düzeltirken sen de diğer askerlerle bu kampı yağmala dedi askere emrini verirken. Çadırı ise ben, kendim yağmalayacağım, şimdi dışarıya çık! Çadırda işe yarayacak olan bir malzeme ararken, at başlı garip görünümlü bir hançer haricinde değerli bir şey bulamadı. Hançeri yanına alıp, bedeninde bir yere gizledi, Drow şehrine doğru giderken, Orc kampından geriye yanan asker cesetleri , rüzgarın savurduğu küller ve yanan cesetlerin iğrenç kokuları eşlik ediyordu.
26 Mayıs 2016 Perşembe
E.S Bölüm: 1 ( Sanırım...)
12:52 Unknown
Yayıncı Notu: kitap hayal gücü ve o zaman sadece kağıda yazıldığı için birden fazla bölüm içerebilir. Neyse sallayın ve bölümü okuyun siz :D
Daha çok gençti ama kader onu bu seçimi yapmaya zorlamıştı. " Eldar kaderinle yüzleş", kimindi acaba bu iç gıcıklayıcı fısıltılar. Derin bir uykudaydı, birdenbire kendisini elinde kavisli bir kılıç, üstünde gece kadar siyah ama ışıldayan işlemeleri olan bir zırh içinde buldu. Etrafa lavlar püskürten bir yanardağın ağzında, dar bir yolun başındaydı. Tam karşısında lavların üstüne kurulu bir köprü iki tarafından da fışkıran alevlere inat orada durmaktaydı. Köprünün bitiminde düzlük bir alan, taht ve oranın kutsal bir yer olduğunu anımsatan rünlerle kazılı duvarlar aklını başından almıştı. Tahttan kalkan devasa yaratığı görünce damarlarında akan kanın, salgılanan adrenalinle birlikte daha hızlı aktığının ve kendisini parçalarcasına bir güçle doldurduğunun farkına vardı.
Birdenbire köprünün ortasında buluştular, artık savaş naraları ve birbirine çarpan kılıçların şakırtısı vardı, birde yanlarından akan lavların duvarları döverken çıkarttıkları sesler. Saatler saatleri kovaladı, ikisi de çılgınlar gibi savaşıyor, üstünlük kurmaya uğraşıyorlardı. Üçüncü günün sonunda iki savaşçıda birbirinin gözlerinin içini süzmekteydi. İlginç bir şekilde kapışma durdu ve ikisi de birbirlerine özel bir selam verdiler.
...Gözlerini araladı, nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Yatağındaydı, etrafı terden sırılsıklamdı. Gördüklerim rüyaymış diye düşündü, alnındaki terleri silerken. Damarlarında rüyasında almış olduğu gücü hissediyordu. Ayağa kalktı ve duvardaki aynaya doğru yürüdü, aynada gözlerindeki değişimi fark etti, yaratığınki gibi gözleri ateş korunu anımsatan bir ahenkle parlıyordu. Peki, eğer gördüklerim gerçekse neden ben? Diye düşünmekten kendini alamadı, bu güce sahip olabilecek üstün yetenekli savaşçılar varken neden o seçilmişti?
Bir deneme yapmaya karar verdi ve eliyle şöminedeki odunları işaret etti. Amacı odunları yakmaktı. Elinden kıvılcımlar parladı ve acı içinde bağırdı. Daha çok acemiydi, ateşin efendisi olmak o kadar da kolay olmayacaktı.. .
Ejderha Savaşçı (E.S) tanıtım
12:43 Unknown
25 Mayıs 2016 Çarşamba
YE - Bölüm 14: Traidha
09:49 Unknown
24 Mayıs 2016 Salı
AN - Bölüm 8: Düşe Kalka (2)
06:15 Unknown
Shimao Che kendisine doğru yıldırım gibi fırlamış olan elderin ne yaptığını ancak anlayabilmiş ve vücudunu sağa doğru döndürmüş idi.
Shimao Che daha çekildiği anda elder tekrar ortaya çıkmış ve yumruğunu boşluğa doğru savurmuştu. Yumruktan çıkan güç öyle fazla idi ki?! Yumruğun hemen ardından gelen rüzgar bir insanı kolaylıkla uçurabilirdi.
Shimao Che daha sevinemeden yanında bulunan elderin yumruğunun tekrar ona doğru geldiğini gördü. Ancak sadece görebilmişti, tepki verebileceği sürenin ancak yarısı kadar zaman sonrasında ise suratına doğru gelen yumruğun damarlı dokusu ile birlikte en sağlam kayayı bile delecek güçteki kemiklerini görmüştü.
Shimao Che yumruk bedenine değdiği anda bir kısrağın çifte atmış olduğunu hissetmişti. Yumruk değdiği anda Shimao Che'nin burnun hemen yakınlarında ufak bir şok patlaması oluşmuştu. Bunun sonucunda ise Shimao Che otuz adım geriye doğru uçmuştu...
Uçuşun ardından ise yaklaşık on beş adım daha sadece takla atarak geçirmişti. En sonunda durduğunda ise sırt üstü yerde uzanmakta idi. İstemsiz olarak ağzı açılmış ve dışarıya doğru şeffaf bir madde tükürmüştü.
Daha tam olarak ne olduğunu anlayamadan Shimao Che elderin tekrar şimşek gibi ona doğru geldiğini fark etti. Hızlıca toparlanmak istese de elder, daha toparlanmanın ilk harfini bile başaramamışken bir anda karşısına dikilmiş ve sağ bacağını sonuna kadar açarak boy hizasını geçirtmiş bir şekilde duruyordu.
Shimao Che en fazla bir saniyesi olduğunun farkındaydı. Hızlıca etrafında bir kaç takla attı ve kendisini tekmenin gücünden korumak istedi.
Nitekim de öyle olmuştu. Aziz bacağını hızla yere indirmiş ve topuğu ile beyaz bir buzdan bile sağlam taşta çatlak demeti ortaya çıkarmıştı.
“Ben... Bunu yenemem elderim!!!” diye elderine bağırmış ve seslenmişti Shimao Che.
O sırada ise elder gözlerini kapatmıştı ve derin bir meditasyon içerisine dalmıştı. Öyle derin bir meditasyon içerisinde görünüyordu ki; gökyüzünde ki bir Anka bile onu rahatsız edemezdi.
Shimao Che elderden bir hayrın gelmeyeceğini anlamıştı. Karşısında bulunan elderin minyatür versiyonu ise hiç ara vermeden saldırmaya devam ediyor ve Shimao Che’nin bu dövüşten sıyrılmasına izin vermiyordu. Onun ile tıpkı kedinin fare ile oynadığı gibi oynuyordu.
Shimao Che yüzüne doğru gelmekte olan yumruktan bir kez daha son anda kurtulmayı başardı ve kendisini koruyabilmek için üç adı geriye doğru sıçradı. Minyatür elderin gücü o kadar fazla idi ki! Shimao Che’nin yapabileceği tek şey sadece kaçmak oluyordu.
Her saldırısı ile biraz daha güçlenen elder yerinden bir şimşek gibi tekrar fırlamış ve doğrudan Shimao Che’nin arkasında belirmişti. Shimao Che arkasında olduğunu hissetmiş ve yüzünü eldere doğru döndürmüş olsa da yapabilecek pek bir şeyi kalmıyordu maalesef...
Elder iki elini de hızlıca yumruk yapmış ve belini kıvırarak ikini de aynı anda vurmuştu. Yumruklardan birisi Shimao Che’nin boynuna doğru gelirken bir diğeri ise karnına tamamen Phialamının olduğu noktaya denk gelmişti. Tek yumruğunun kuvveti ile rüzgar oluşuyor ise iki yumruğu ile en az kasırga çıkartacak kadar güçlü idi.
Shimao Che yediği darbe ile birlikte gökyüzünde uçtuğunu hissetmişti. Yaşarken böyle bir darbe yemiş olsa idi öleceğini kesinlikle biliyordu. Ancak burada... Sadece beyaz kana benzeyen sıvı ağzından dışarıya doğru fışkırmıştı.
Uçtuğu sürenin sadece bir veyahut iki saniye olduğunu bilen Shimao Che yere düşüşü için şimdiden kendisini hazırlamıştı. En azından kafasını koruması gerektiğini düşünen Shimao Che ellerini başının üstüne koymuş ve bacaklarını kendisine doğru çekmeye çalışmıştı.
Gözlerini açıp zemin ile buluşacağı sırada görüntü titremiş ve elderin silueti ortaya çıkmıştı. Bir önceki sefer olduğu gibi bacağını havaya doğru kaldırmış ve Shimao Che’nin menziline girmesini beklemekteydi. Yapabileceği pek bir şey bulunmayan Shimao Che kendisini akışına bırakmış ve sonrasında neler olabileceğini düşünmemeye karar vermişti.
Gittikçe zemine doğru yaklaşan Shimao Che son bir gayret ile birlikte bir dirseğini bükmüş ve vücudunu o bölgeye doğru yönlendirmişti.
İşte tam o sırada Shimao Che düşeceği yerde ufak bir hatanın olduğunu fark etmişti. Normalde düşmesi gereken yere değil de onun bir kaç santim soluna doğru düşüyordu ve bu hesap ile birlikte düşeceği nokta tam olarak...
Elderin göğsünden başka bir yer değildi.
Shimao Che en azından eldere kendi gücünden bir nebzede olsa tattırması gerektiğini düşünüyordu. Dirseğini diğer eli ile sabitlemiş ve tüm gücü ile elderin göğsüne doğru vücudunu indirmişti.
Vurmuş olduğu hasar ile birlikte yere düşen Shimao Che içinde büyük bir mutluluğun dalgalandığını hissetmişti. Hızlıca toparlanan Shimao Che karşısında bulunan eldere neler olduğunu gözlemlemeye çalışmıştı.
Elder Shimao Che’nin vurmuş olduğu hasar ile birlikte elderin bir iki adım geriye sendelediğini fark etti. Şaşkınlığı ile birlikte, suratı gökyüzüne ilk kez bakabilmiş domuzun suratına dönmüştü.
Yapabileceği en güçlü saldırıyı yapmış olmasına rağmen, elderi sadece bir iki adım geriye ittirebilmişti. Bu kadar güçlü bir kişiyi orada oturan elder nasıl dövmemi bekleyebilirdi ki.
Shimao Che rakibin bir iki saniyelik saldırmazlık sonucunda karşısındaki rakibi incelemiş ve dudağından beyaz tıpkı onun ki gibi şeffafımsın sıvının ince bir iz bırakarak döküldüğünü fark etmişti. İçinde bir umut yeşeren Shimao Che “En azından vuruşum etkili olabilmiş “ diye düşünmeden edememişti.
O sırada aziz meditasyon durumundaymış gibi bir rol oynuyordu. Minyatür bedeninin etrafa yaymış olduğu Qi dalgaları sayesinde olan bitenden anında haberdar oluyor ve dövüşün ne yöne doğru çekildiğini az çok tahmin edebiliyordu.
Elder gözlerini kısık bir vaziyette tutmuş ve Shimao Che'nin suratına doğru gözlerini dikmişti. Çocuk hiç bir şeyden habersiz karşısında ki rakibe vurmuş olduğu darbe için sevinirken, elder ise bıyık altından gülmekte idi.
Çünkü minyatürde olsa kendisinin yenilmezliği tüm Angoria’nın taşlarına konu olmuştu. Üstelik öldüğünde gücün tek bir damlasına sahip olamayan birisi için o minyatürün güç seviyesi yeterde artardı bile.
O sırada Shimao Che minyatür elderden gelen bir başka yumruğun daha tadına bakmakta idi. Yumruk canını o kadar acıtmıştı ki. Başında oluşan bir uğultudan ötürü çenesinin kırıldığını bile hissedememişti. Çenesi ile birlikte yumruğun etkisi sayesinde ağzından dört adet diş de beyaz zemine doğru fırlamıştı.
Shimao Che yere düştüğü anda belinde bir acı hissetti. Bu acı o kadar dayanılmazdı ki gözlerinden yaşların gelmesine bile engel olamamıştı.
Hızlıca olduğu yerden kalkan Shimao Che rakibin karşısında dimdik durabilmek için belinde ki acıyı boş vermiş ve ellerini yumruk yapmıştı.
Karşısında ki elder bir anda tekrar kaybolmuş ve arkasında belirmişti. Shimao Che arkasında belireceğini tahmin etmiş ve bu yüzden hızlıca arkasına dönmüştü ama...
Suratına balyoz etkisi ile çarpacak olan tekmeden nasıl haberdar olabilirdi ki?! Daha tekmenin havaya kalktığı anda kafasına doğru ineceğini bildiğinden ellerini hızlıca korunma pozisyonuna getirmiş ve tekmenin gelmesini beklemişti. Nitekim beklediği de gerçekleşti. Tekme bir balyozdan daha çok bir dağ ile ona vurulmuş gibi etki yaratmış ve Shimao Che etki ile birlikte son sürat sürüklenmiş idi. Yerde bir iki takla attıktan sonra Shimao Che tekrar doğrulmuş ve rakibini nasıl yenebileceğini düşünmeye koyulmuştu.
Bu sırada yemiş oldu bir iki yumruk ile birlikte bir kaburgası ve elmacık kemiği kırılmıştı. Suratının hali acınacak durumlara düşen Shimao Che son anlarını yaşadığına inanıyordu. En fazla bir iki tane daha saldırıya dayanabilir sonrasında ise ölü ruhu tekrar ölmüş olurdu. “Acaba ölü bir ruh ölürse ne olur. Komple silinir mi ki? “ diye düşünüyordu.
Karnına yemiş olduğu son tekme ile birlikte ağzından salya ile karışık akmakta olan şeffafımsın kan diye nitelendirdiği şey ağzından fışkırmıştı. Darbenin etkisi ile birlikte vücudunun hemen yakınında sonik bir patlama olurmuş ve bir kez daha uçma aşamasına geri dönmüştü.
Gözlerinin artık açılmak istemediğini fark eden Shimao Che gözlerini açmamış ve hızlıca yere düştükten sonra beyaz zemin de 3 kez takla atmış sonrasında ise yüz üstü olarak yere düşmüştü.
Sanırım buraya kadar ha? Diye düşünen Shimao Che’nin zihninde bir başka düşünce ortaya çıkmıştı. “ Yeni bir yaşam Yeni bir umut” düşüncesine ne olmuştu peki? Shimao Che bunu düşündüğü anda gözlerini açmak istemişti. O yeni yaşamı elde edip istediği her şeyi yapacaktı. Bunun bir başka kaçış yolu yoktu!
Belinde, yüzünde ve kolunda bulunan çatlaklara aldırış etmeden doğrulmaya çalıştı. Her hareketi bir başka ıstırap dolu saniyelerin gelmesine yol açıyordu. Bu sırada hareket ettiğini gören minyatür elder tek kaşını kaldırdı ve onca zaman sonra “ Bu çocuk yok olmayı düşünüyor herhalde? “ diyerek ilk kez konuşmuştu.
Bu işe bir son vermesi gerektiğini düşünen elder ayağa kalkmaya çalışan Shimao Che’ye doğru koşmaya başladı. O sırada ise Shimao Che ayağa kalkmış ve sürekli olarak “Yeni bir yaşam, yeni bir umut!” diye mırıldanmakta idi.
Bir mantra olarak sürekli tekrarlayan Shimao Che kalbinin her kelime ile birlikte daha çok gümbürdeyişine şahit oldu. Önünde bulunan elder için artık yenilmesi gereken bir rakip gözü ile bakıyordu. “ Eğer bu elderi yenemezsem, yeni bir hayatın saman alevi gibi yok olacağı kesin! “ diye kendisine konuştu.
Belinde ki acıyı önemsemeden doğruca karşısında bulunan elderin üstüne doğru koşmaya başladı.
Elder de aynı şekilde ona doğru koşmakta idi. İkisinin arasında ki mesafe kapanırken hız farklarının belirginliği yüzünden Shimao Che elderin çoktan havaya doğru zıpladığını ve kendisine doğru uçan tekme ile geldiğini fark edememişti elbette ki...
Kırık çenesi ile birlikte avazı çıktığı kadar bağırdı Shimao Che ve elderin karşısında olmadığını anladığı anda ise bakışlarını doğruca havaya doğru kilitledi. Son sürat kendisine doğru gelen elderin kendisini fark etmesi sadece yarım saniyesini almıştı Shimao Che’nin.
Hızlıca belinin izin verdiği kadarı ile yerde bir takla atmış ve tekmenin kendisine isabet etmesinden son anda kurtulmuştu.
O sırada ise aziz çocuğun bu hareketi üzerine heyecanlanmış ve ağzından çıkan “Ooo..” sesine engel olamamıştı. Shimao Che fırsatın bu fırsat olduğunu düşünmüş ve Shimao klanın en temel saldırısı olan ilk kaynak hareketi “ Üç Meteoru “ kullanmaya hazırlanmıştı.
Üç Meteor tekniği üç farklı aşamadan oluşmakta idi. Tekniğin prensibi kaynak damalarına yüksek kuvvette yumruk atarak rakibinin kaynak kuvvetine hasar vermekte idi. İlk aşama ikinci seviye başlangıç kaynak damarlarına sahip olmayı gerektiriyordu. Shimao Che kendisinde hiç bir zaman bulunmamış bu özellik ile birlikte ilk kez bu tekniği kullanacaktı.
Teknik ile ilgili bütün yazılı metinleri daha 8 döngülük iken incelemiş ve hafızasına kayıt etmişti.
Kendisine güven aşılamak isteyen Shimao Che bunu yapabilirsin! Diye zihninde bağırıyor ve yapacağı tekniği zihninde bir kez daha inceliyordu. Elder tekrar ütüne doğru koşmaya başlamıştı. Shimao Che nedensiz yere elderin hızını bir nebzede olsa düştüğünü hissetmişti.
Iyice emin olduğunda ise bacakları harekete geçti zihninde sürekli olarak tekrar ettiği “Yeni bir yaşam, yeni bir umut” mantrasının kendisine kuvvet verdiğine inanıyordu.
Elderin kendisine doğru bir döner tekme attığını fark eden Shimao Che çevikliği sayesinde hızlıca açıkta kalan bacağının altından kaymış ve sonrasında ise vücudunda biriktirebildiği tüm kaynak gücü ile birlikte yumruğunu elderin diz kapağının arka kısmına vurmuştu.
Teknik o kadar güçlü idi ki. Karşısında ve koltuğunda oturan elderler hayret nidalarını eksik edememişti.
Vuruşun etkisi ile birlikte ufak bir duman bulutu minyatür elderin bacağından dışarıya doğru çıkmıştı. Bu sırada ise Shimao Che'nin acıya bileceği en yüksek acı katsayısına ulaşmış ve istemeden de olsa eline bakmasına yol açmıştı. Çünkü elinde ki bütün parmaklar birer toz zerreciği kadar ufak kemik torbalarına dönüşmüştü.
Shimao Che gözünden çıkan bir damla yaş ile birlikte avazı çıktığı kadar bağırdı. Bağırmasının acısını dindireceğine inanıyordu. Tam o sırada ise sıratına doğru gelen topuğu elbette ki görememişti..
Yazar Notu: Bölüm en az 1.7 civarında oldu. Finallerim olduğu halde yazma zorunluluğu hissettiğim için yazdım :D eğer finaller iyi giderse hep belli mi olur size finallerimin olduğunu bile unutturum belki :D dediğim gibi güzel giderse hafta sonuna belki Dead Days de gelebilir :D bu sıralae uzun yazmaya çalışmak istiyorum o yüzden bölüm 19-29 ve 30. Bölümler gibi uzun gelmesinin ihtimali yüksek :D
Bakalım Shimao Che o göremediği tekme karşısında neler yapıcak :D yorumlarınızı ve önerilerinizi beliyorum :D haydi iyi okumalar