Ar Bölüm:31
Bölüm 31 - Kahvaltı
Zend okulda ne yapacaklarını, nasıl eğleneceğini, neler öğreneceğini düşünerek uykuya daldı. İçinde yün olan yatak, anında Zend'i içine çekmiş ve uyumasını sağlamıştı.
Hollis, iyi dost olduğu Seamo'dan artık ayrılması gerektiğini düşünerek, Beyaz Taç binasına doğru yol almaya başladı. Gitmeden önce Seamo'ya Beyaz Taç'a gelip gelmeyeceğini sordu, ama Seamo bir kız arkadaşıyla beraber gece vakit geçireceğini söyledi, Hollis ise kafa sallayarak dışarı çıktı ve ejder bacaklarıyla bir kez zıplaması üç tane dev binayı görmesine yetti.
Yüzüğünü cebinden çıkardı ve sağ yüzük parmağına taktı. Üzerinde büyük, parlayan bir bıçak bulunan, siyah arka planlı ve siyah demirli yüzüğünü hiç sevememişti. Ama takmak zorundaydı çünkü bu dünyada, o yüzük olmadan para alabileceği bir yer yoktu.
Ay'ın ışığı siyah yüzüğünü biraz da olsa parlamaya zorlarken, büyük bir kapının önünde durdu ve kapıdaki boşluğa yüzüğünü soktu. Beyaz Taç tarafından iyi karşılanacağınu düşünüyordu, çünkü tarihte Beyaz Taç ve Avcı Bıçağı hep iyi dost olmuşlardı ve iki taraf da birbirlerine dostça davranırlardı.
Kapı şiddetli bir ses çıkararak açıldı. Etrafta hiçkimsenin olmaması gecenin sessizliğini ortaya çıkarıyordu ve kapı, sessiz olan bir ortama göre çok sesliydi.
Hollis açılan kapıdan ileri doğru yürüdü. İç kapıya doğru ilerlediğinde, kahverengi büyük binanın kapısının üstünde, bir insan ayağının üçte biri kadar olan bir çıkıntıda tek ayağıyla duran ve hiç sallanmayan bir adamın elinde bulunan bir yüzüğün parıltısı gözüne çarptı.
"Sen kimsin?" adam hiç tepki vermeden düz bir sesle Hollis'e seslendi.
"Aa... Merhaba, ben Hollis. Bugün bir Beyaz Taç kardeşi olan Zend'in tek ustasıyım ve aynı zamanda Avcı Bıçağı'nın bir üyesiyim." Hollis de elini başının arkasına atarak konuştu, sonra elini yavaşça indirdi.
"Ah, demek öyle." adam durduğu yerden aşağı atladı, Hollis'e elini uzattı. "Ben de Zwan. Bugün evimizi koruma sırası bende."
Hollis hemen adamın elini sıktı ve konuşmaya başladı. "Biraz kabalık gibi olacak ama, nerede kalacağım? Şu an gerçekten uykum geldi de, gözlerimi zor açık tutuyorum."
Adam gülerek cevap verdi. "Tabii, gel, sana uyuyacağın yeri göstereyim." Zwan hemen sarı binaya doğru yöneldi ve kafasını yavaşça arkaya çevirdi. Tabii ki o adamı tanıyordu. "Zehir ejderlerinin uykuya ihtiyacı olduğunu bilmiyordum."
Hollis adama baktı, bir nefes vererek konuşmaya başladı. "Ben de beni tanıdığını bilmiyordum. Haha, anladın mı? Hani sen bana bilmiyordum dedin ya, hani uyumlu oldu bilmiyordum kelimeleri."
Zwan kendini gülmeye zorladı, ama gülemedi. Hayatından bir yıllık neşenin alındığını sanmıştı. "Kardeş, o kadar komikti ki gülemiyorum."
"Hadi ama, sadece şaka yapıyordum. Bence komikti."
"Ciddi misin?" Zwan kendini öldüreceğini düşünüyordu. Hollis bir daha espiri yaparsa ömrü boyunca gülememekten korkuyordu.
"Şaka bir yana, aslında uykuya ihtiyacım yok ama zevk için ve dinlenmek için uyuyorum. Uyumak çok zevkli bir şey. Ona ihtiyacın olmadığında bunu daha iyi anlıyorsun."
"Tamam, işte burası kalacağın yer. Deliğe yüzüğünü sok. Kapıdan üzerinde numara yazılı bir kağıt düşecektir falan filan. Gerisini de kendin halledersin. Nöbetime dönmeliyim, hadi iyi uykular." Zwan elini salladı ve nöbet yerine doğru çok hızlı bir şekilde gitti.
Hollis adamın dediklerini yaptı ve içeri girdikten sonra odasına daldı, yüzüğünü cebine attıktan sonra yatağa gömüldü.
***
Zend kapıya vurulma sesleriyle gözünü açtı. Önce okuldaki ilk gününe geç kalacağından endişe edip kalkmak istedi, ama dün o kadar çok yürümüştü ki vücudu çok yorgundu. Yattığı yatak, şimdiye kadar yattığı en rahat yataktı ve sanki vücudunun içindeki gücü emiyordu. Zorla kalktı, kapıya koştu ve kapıyı açtı, ona gülümseyerek bakan Fun'u gördü.
"Fun, uyanamadığım için üzgünüm, kesin okuldaki ilk günüme geç kalacağım." Zend bir çırpıda konuştu ve dolabına doğru koştu. "Üniforma giymeliyim değil mi? Ne bakıyorsun Fun? Acelem var, görmüyor musun?" Zend daha önce sokaktan geçen üniformalı çocuklar görmüştü. Hepsinin neden aynı kıyafeti giydiğini Yaşlı Dilenci'ye sorduğundaysa, Yaşlı Dilenci ona onların okula gittiklerini, okula giden çocukların aynı kıyafeti giydiklerini söylemişti. Zend onlardan bir tane giyeceği için çok mutluydu.
Fun Zend'in yeni yataktan çıkmış, etrafta koşturan halini görünce dayanamadı, kahkahayı bastı. "Hahaha, bugün de okula gitmeyeceğini söylemedim mi sana küçük afacan?"
Zend bir anda dün akşam yatmadan önce Fun ile yaptıkları konuşmayı hatırladı. Alnına bir kere vurdu, Fun ona yarının da tatil olacağını söylemişti. "Evet, söylemiştin. Ama unutuvermişim Fun, kusura bakma." Zend başını öne eğdi.
"Bu kusura bakılacak bir durum değil çocuğum. Ben de bir şeyleri unuturum hep, kendini suçlama." Fun çocuğu teselli ederek baş parmağını yukarı kaldırdı. "Buraya gelme sebebim, kahvaltı, Beyaz Taç'ın en neşeli zamanlarından biridir ve hep beraber yemek yeriz. Ona katılmayı isteyeceğini düşündüm ve seni uyandırdım. Ne dersin? Gelmeyi ister misin?"
Zend hızlı hızlı başını salladı. "Tabii ki isterim, dur, üstümü değişeyim hemen geliyorum.
Zend hemen dün giydiği kıyafetlere koştu, ama Fun araya girdi. "Hey, o kıyafetler çok yıprandı. Onları bir daha giymene gerek yok, zaten yeterince kirlenmişler. At gitsin."
"Kıyafet atmak mı? Ama daha onlar çok yeni. Giymeye başlayalı altı ay ya oldu, ya da olmadı." Zend daha altı ay giydiği kıyafetleri atmayı çok anlamsız buldu. Sokakta çok seçeneği olmuyordu ve vi kıyafeti bir yıl giydiği bile olmuştu. O yüzden bu güzelim kıyafetleri atmaya kıyamadı.
Fun'un yüreğine bir kere daha acı saplandı. Çocuğun hareketlerini gördükçe yüreği burkuluyordu, çocuk hâlâ bir soka çocuğunun zihniyetine sahipti ve artık Beyaz Taç'a katıldığını, Beyaz Taç'ın getirdiği avantajları tam olarak kavrayamamıştı. "Hayır, onları artık giyme. Dolabını aç, oradaki kıyafetler isteğine göre yenilenirler ve her gün istediğin kıyafetleri giyebilirsin. Renkleri ve büyüklüklerini belirlemek için uğraşmana gerek kalmaz ve istediğin anda hepsi isteğine göre sıraya dizilir. Hepsi de en pahalı kumaşlardan ve en güzel ipeklerden yapıldı. Bir ücret de vermeyeceksin."
Zend'in ağzı açık kaldı. Her gün istediği elbise ve hepsi son kalite mi?! Zend eskiden kıyafet değiştirmesi gerektiğinde bile ikinci el az yırtılmış kıyafetlerden alırdı, onu da en az on ay giyerdi. "Her gün mü? Vay canına. Ama kıyafetler hep pahalıdır, bana nasıl istediğimi verebilirler ki?"
"Zend artık sen bir Beyaz Taç kardeşisin. Önüne kıyafetlerden yapılan ev dikseler az. O yüzden kendini sıkma ve istediğini giy. Tabii iyice bir hyıkanmayı da unutma Giyindikten sonra gel de gözünü halledelim. Sonra da kahvaltıda bazı okul arkadaşlarınla tanıştırsın."
Zend başını sallayarak Fun'u onayladı, ama kalbi, Fun'un son kurduğu cümleyle tekledi. Arkadaşlarla tanışmak mı? Bu kadar erken mi olacaktı?
***
Zend ve Fun, güzel kıyafetlerle kahverengi binaya doğru yürüyorlar.
"Güzel kıyafetler giymek çok daha iyi, değil mi?" Fun, ilk kez çocuğun elinin yüzünün düzgün olduğunu, temiz ve tatlı olduğunu gördü. Daha önceki zamanlarda da Zend çok tatlıydı, ama hep bir yerlerinde çamur gibi kirletici şeyler oluyordu.
"Bilemiyorum, biraz garip bir his. Sanki çok hafiflemişim gibi. Alışmak biraz zaman alabilir." Zend üstüne baktı, ellerini yeni kıyafetlerinin üstünde gezdirdi. Bu kadar kaliteli kıyafetleri daha önce giydiğini sanmıyordu.
"Alışırsın alışırsın. Güzel şeylere kim alışmaz ki?" Fun cebinden dikdörtgen şeklindeki düzgün yontulduğu belli olan mavi bir taş çıkardı, üstündeki yazılara baktı ve mavi taşı cebine attı. "Kahvaltıya daha en azından yarım saat var. Önce gözünü iyileştirebiliriz."
Zend bu habere sevindi. Tek gözle görmek gerçekten zor bir şeydi. Kapalı olan gözünün tarafındaki bir şeye bakmak istediğinde kafasını döndürmek zorunda kalıyor, gözünün kapalı olmasından sürekli rahatsızlık duyuyordu. Fun'un konuşmasını duyduğunu belirtmek için başını salladı, yürümeye devam etti.
"Gözünü iyileştirecek olan kardeşimiz hiç hayalindeki gibi olmayabilir Zend, ona göre. Şaşırmanı istemem." Fun çocuğu uyardı.
Zend önce şaşırdı, neden şaşıracağını merak etti. Bu sırada kahverengi binanın kapısına geldiler ve içeri girdiler.
Fun önde olmak üzere merdivenlerden çıktılar, Zend o merdivenlerin hiç bitmeyeceğini sanmıştı. Binanın en üst katına çıktıklarını düşünüyordu. On iki yazan kata geldiklerinde 'Revir' yazan bir odanın kapısını çaldılar.
"Fun, neden reviri on ikinci kata yapmışlar? Yaralı olan adam buraya çıkarken ölür, yaralı olmayan adam buraya çıkarken yaralı olur be." Zend söylendi. Nefes nefese kalmıştı, zor konuşuyordu.
Fun çocuğun sorusuna sadece gülerek cevap verdi.
Kapı aniden açıldı. Arkasında kaslı, yüzünde yüzlerce, vücudunda binlerce yara bulunduran siyahi bir adam kapının arkasında duruyordu. Bir gözünün üstünde bir göz bandı vardı ve gülümsediğinde, Zend çok korktu.
"Merhaba Kyuk, nasılsın?" Fun hiç şaşırmadı ve adama doğru yürüyerek kollarını açtı, Zend Fun'un adama sarılmak istediğini düşündü. Ama adam öyle istiyor muydu? Adam Zend'in hiç beklemediği bir şekilde Fun'a sarıldı ve, "İyiyim kardeşim, sen nasılsın? Görevden dediklerine göre dönmüşsün. Ee, nasıl geçti? Başarılı mıydı?"
"Son derece başarılı bir şekilde geri döndüm kardeşim. Bu yanımdaki de başarımın kaynağı, yeni kardeşimiz Zend." Fun elini adamın omzuna attı, hasret giderir gibi bi hali vardı. "Kusura bakma Kyuk, halletmen gereken işler yeni bitti ve ancak gelebildim."
Adam önce Fun'a sorun olmadığını söyledi ve Zend'e baktı. Zend'in yüzüne baktı, hızlı nefes almaya başladı ve konuştu. "Sen..."
Zend'in kalp atışları hızlandı, adamın ona bakması onu çok korkuttu. Ama adamın elindeki yüzüğünde, Beyaz Taç armasını görünce biraz rahatladı. Sonuçta Beyaz Taç'ın içinde olan biri ona zarar vermezdi. Üstelik Fun da yanındaydı.
"Sen, göz bandı takıyorsun!" Adam bir anda bağırdı. Çok heyecanlanlı gibiydi.
Zend daha da şaşırdı ve aceleyle konuştu. Göz bandı takmasında ne sıkıntı vardı? ''E-Evet efendim, Bir sorun mu var?"
"Tabii ki bir sorun yok. Hatta bu mükemmel bir şey! Göz bandı takmanın havalılığını çözmüş biri gibi duruyorsun genç adam! Çok iyi arkadaş olacağımızdan eminim!" adam bir çırpıda hepsini söyledi.
"Havalılık mı?" Zend adamın böyle bir şey söylemesini hiç beklemiyordu. "Kusura bakmayın ama havalılık için değil, göz kapağım kötü göründüğü için takıyorum bunu. Başka bir sebebi yok."
Adamın yüzü düştü. "Ne istiyorsun lan o zaman?!" çok kaba bir şekilde sordu.
Adamın sinirlendiğini gören Zend, biraz korkarak Fun'a baktı, ama gördü ki Fun'un bir şey söylemeye niyeti yoktu. "Göz kapağımı iyileştirebilir misiniz diye soracaktım."
Adam yüzü asık bir şekilde elini Zend'in yüzüne uzattı ve Zend, yüzünün çekildiğini hissetti. Sanki yüzünü gerdiriyorlar gibiydi. Bu his onu o kadar oyalamıştı ki, gözünün önündeki beyaz ışığı bile fark etmedi.
Fun yemeğe az kaldığını söyleyerek ve Kyuk'u da davet ederek aşağı indi, Zend de onun arkasından geldi tabii.
En alt kata indiler. Fun yukarı çıkış kapısının arkasından kapıyı binanın içine doğru açtığında, Zend gördüğü manzara karşısında hayrete düştü.
Zend okulda ne yapacaklarını, nasıl eğleneceğini, neler öğreneceğini düşünerek uykuya daldı. İçinde yün olan yatak, anında Zend'i içine çekmiş ve uyumasını sağlamıştı.
Hollis, iyi dost olduğu Seamo'dan artık ayrılması gerektiğini düşünerek, Beyaz Taç binasına doğru yol almaya başladı. Gitmeden önce Seamo'ya Beyaz Taç'a gelip gelmeyeceğini sordu, ama Seamo bir kız arkadaşıyla beraber gece vakit geçireceğini söyledi, Hollis ise kafa sallayarak dışarı çıktı ve ejder bacaklarıyla bir kez zıplaması üç tane dev binayı görmesine yetti.
Yüzüğünü cebinden çıkardı ve sağ yüzük parmağına taktı. Üzerinde büyük, parlayan bir bıçak bulunan, siyah arka planlı ve siyah demirli yüzüğünü hiç sevememişti. Ama takmak zorundaydı çünkü bu dünyada, o yüzük olmadan para alabileceği bir yer yoktu.
Ay'ın ışığı siyah yüzüğünü biraz da olsa parlamaya zorlarken, büyük bir kapının önünde durdu ve kapıdaki boşluğa yüzüğünü soktu. Beyaz Taç tarafından iyi karşılanacağınu düşünüyordu, çünkü tarihte Beyaz Taç ve Avcı Bıçağı hep iyi dost olmuşlardı ve iki taraf da birbirlerine dostça davranırlardı.
Kapı şiddetli bir ses çıkararak açıldı. Etrafta hiçkimsenin olmaması gecenin sessizliğini ortaya çıkarıyordu ve kapı, sessiz olan bir ortama göre çok sesliydi.
Hollis açılan kapıdan ileri doğru yürüdü. İç kapıya doğru ilerlediğinde, kahverengi büyük binanın kapısının üstünde, bir insan ayağının üçte biri kadar olan bir çıkıntıda tek ayağıyla duran ve hiç sallanmayan bir adamın elinde bulunan bir yüzüğün parıltısı gözüne çarptı.
"Sen kimsin?" adam hiç tepki vermeden düz bir sesle Hollis'e seslendi.
"Aa... Merhaba, ben Hollis. Bugün bir Beyaz Taç kardeşi olan Zend'in tek ustasıyım ve aynı zamanda Avcı Bıçağı'nın bir üyesiyim." Hollis de elini başının arkasına atarak konuştu, sonra elini yavaşça indirdi.
"Ah, demek öyle." adam durduğu yerden aşağı atladı, Hollis'e elini uzattı. "Ben de Zwan. Bugün evimizi koruma sırası bende."
Hollis hemen adamın elini sıktı ve konuşmaya başladı. "Biraz kabalık gibi olacak ama, nerede kalacağım? Şu an gerçekten uykum geldi de, gözlerimi zor açık tutuyorum."
Adam gülerek cevap verdi. "Tabii, gel, sana uyuyacağın yeri göstereyim." Zwan hemen sarı binaya doğru yöneldi ve kafasını yavaşça arkaya çevirdi. Tabii ki o adamı tanıyordu. "Zehir ejderlerinin uykuya ihtiyacı olduğunu bilmiyordum."
Hollis adama baktı, bir nefes vererek konuşmaya başladı. "Ben de beni tanıdığını bilmiyordum. Haha, anladın mı? Hani sen bana bilmiyordum dedin ya, hani uyumlu oldu bilmiyordum kelimeleri."
Zwan kendini gülmeye zorladı, ama gülemedi. Hayatından bir yıllık neşenin alındığını sanmıştı. "Kardeş, o kadar komikti ki gülemiyorum."
"Hadi ama, sadece şaka yapıyordum. Bence komikti."
"Ciddi misin?" Zwan kendini öldüreceğini düşünüyordu. Hollis bir daha espiri yaparsa ömrü boyunca gülememekten korkuyordu.
"Şaka bir yana, aslında uykuya ihtiyacım yok ama zevk için ve dinlenmek için uyuyorum. Uyumak çok zevkli bir şey. Ona ihtiyacın olmadığında bunu daha iyi anlıyorsun."
"Tamam, işte burası kalacağın yer. Deliğe yüzüğünü sok. Kapıdan üzerinde numara yazılı bir kağıt düşecektir falan filan. Gerisini de kendin halledersin. Nöbetime dönmeliyim, hadi iyi uykular." Zwan elini salladı ve nöbet yerine doğru çok hızlı bir şekilde gitti.
Hollis adamın dediklerini yaptı ve içeri girdikten sonra odasına daldı, yüzüğünü cebine attıktan sonra yatağa gömüldü.
***
Zend kapıya vurulma sesleriyle gözünü açtı. Önce okuldaki ilk gününe geç kalacağından endişe edip kalkmak istedi, ama dün o kadar çok yürümüştü ki vücudu çok yorgundu. Yattığı yatak, şimdiye kadar yattığı en rahat yataktı ve sanki vücudunun içindeki gücü emiyordu. Zorla kalktı, kapıya koştu ve kapıyı açtı, ona gülümseyerek bakan Fun'u gördü.
"Fun, uyanamadığım için üzgünüm, kesin okuldaki ilk günüme geç kalacağım." Zend bir çırpıda konuştu ve dolabına doğru koştu. "Üniforma giymeliyim değil mi? Ne bakıyorsun Fun? Acelem var, görmüyor musun?" Zend daha önce sokaktan geçen üniformalı çocuklar görmüştü. Hepsinin neden aynı kıyafeti giydiğini Yaşlı Dilenci'ye sorduğundaysa, Yaşlı Dilenci ona onların okula gittiklerini, okula giden çocukların aynı kıyafeti giydiklerini söylemişti. Zend onlardan bir tane giyeceği için çok mutluydu.
Fun Zend'in yeni yataktan çıkmış, etrafta koşturan halini görünce dayanamadı, kahkahayı bastı. "Hahaha, bugün de okula gitmeyeceğini söylemedim mi sana küçük afacan?"
Zend bir anda dün akşam yatmadan önce Fun ile yaptıkları konuşmayı hatırladı. Alnına bir kere vurdu, Fun ona yarının da tatil olacağını söylemişti. "Evet, söylemiştin. Ama unutuvermişim Fun, kusura bakma." Zend başını öne eğdi.
"Bu kusura bakılacak bir durum değil çocuğum. Ben de bir şeyleri unuturum hep, kendini suçlama." Fun çocuğu teselli ederek baş parmağını yukarı kaldırdı. "Buraya gelme sebebim, kahvaltı, Beyaz Taç'ın en neşeli zamanlarından biridir ve hep beraber yemek yeriz. Ona katılmayı isteyeceğini düşündüm ve seni uyandırdım. Ne dersin? Gelmeyi ister misin?"
Zend hızlı hızlı başını salladı. "Tabii ki isterim, dur, üstümü değişeyim hemen geliyorum.
Zend hemen dün giydiği kıyafetlere koştu, ama Fun araya girdi. "Hey, o kıyafetler çok yıprandı. Onları bir daha giymene gerek yok, zaten yeterince kirlenmişler. At gitsin."
"Kıyafet atmak mı? Ama daha onlar çok yeni. Giymeye başlayalı altı ay ya oldu, ya da olmadı." Zend daha altı ay giydiği kıyafetleri atmayı çok anlamsız buldu. Sokakta çok seçeneği olmuyordu ve vi kıyafeti bir yıl giydiği bile olmuştu. O yüzden bu güzelim kıyafetleri atmaya kıyamadı.
Fun'un yüreğine bir kere daha acı saplandı. Çocuğun hareketlerini gördükçe yüreği burkuluyordu, çocuk hâlâ bir soka çocuğunun zihniyetine sahipti ve artık Beyaz Taç'a katıldığını, Beyaz Taç'ın getirdiği avantajları tam olarak kavrayamamıştı. "Hayır, onları artık giyme. Dolabını aç, oradaki kıyafetler isteğine göre yenilenirler ve her gün istediğin kıyafetleri giyebilirsin. Renkleri ve büyüklüklerini belirlemek için uğraşmana gerek kalmaz ve istediğin anda hepsi isteğine göre sıraya dizilir. Hepsi de en pahalı kumaşlardan ve en güzel ipeklerden yapıldı. Bir ücret de vermeyeceksin."
Zend'in ağzı açık kaldı. Her gün istediği elbise ve hepsi son kalite mi?! Zend eskiden kıyafet değiştirmesi gerektiğinde bile ikinci el az yırtılmış kıyafetlerden alırdı, onu da en az on ay giyerdi. "Her gün mü? Vay canına. Ama kıyafetler hep pahalıdır, bana nasıl istediğimi verebilirler ki?"
"Zend artık sen bir Beyaz Taç kardeşisin. Önüne kıyafetlerden yapılan ev dikseler az. O yüzden kendini sıkma ve istediğini giy. Tabii iyice bir hyıkanmayı da unutma Giyindikten sonra gel de gözünü halledelim. Sonra da kahvaltıda bazı okul arkadaşlarınla tanıştırsın."
Zend başını sallayarak Fun'u onayladı, ama kalbi, Fun'un son kurduğu cümleyle tekledi. Arkadaşlarla tanışmak mı? Bu kadar erken mi olacaktı?
***
Zend ve Fun, güzel kıyafetlerle kahverengi binaya doğru yürüyorlar.
"Güzel kıyafetler giymek çok daha iyi, değil mi?" Fun, ilk kez çocuğun elinin yüzünün düzgün olduğunu, temiz ve tatlı olduğunu gördü. Daha önceki zamanlarda da Zend çok tatlıydı, ama hep bir yerlerinde çamur gibi kirletici şeyler oluyordu.
"Bilemiyorum, biraz garip bir his. Sanki çok hafiflemişim gibi. Alışmak biraz zaman alabilir." Zend üstüne baktı, ellerini yeni kıyafetlerinin üstünde gezdirdi. Bu kadar kaliteli kıyafetleri daha önce giydiğini sanmıyordu.
"Alışırsın alışırsın. Güzel şeylere kim alışmaz ki?" Fun cebinden dikdörtgen şeklindeki düzgün yontulduğu belli olan mavi bir taş çıkardı, üstündeki yazılara baktı ve mavi taşı cebine attı. "Kahvaltıya daha en azından yarım saat var. Önce gözünü iyileştirebiliriz."
Zend bu habere sevindi. Tek gözle görmek gerçekten zor bir şeydi. Kapalı olan gözünün tarafındaki bir şeye bakmak istediğinde kafasını döndürmek zorunda kalıyor, gözünün kapalı olmasından sürekli rahatsızlık duyuyordu. Fun'un konuşmasını duyduğunu belirtmek için başını salladı, yürümeye devam etti.
"Gözünü iyileştirecek olan kardeşimiz hiç hayalindeki gibi olmayabilir Zend, ona göre. Şaşırmanı istemem." Fun çocuğu uyardı.
Zend önce şaşırdı, neden şaşıracağını merak etti. Bu sırada kahverengi binanın kapısına geldiler ve içeri girdiler.
Fun önde olmak üzere merdivenlerden çıktılar, Zend o merdivenlerin hiç bitmeyeceğini sanmıştı. Binanın en üst katına çıktıklarını düşünüyordu. On iki yazan kata geldiklerinde 'Revir' yazan bir odanın kapısını çaldılar.
"Fun, neden reviri on ikinci kata yapmışlar? Yaralı olan adam buraya çıkarken ölür, yaralı olmayan adam buraya çıkarken yaralı olur be." Zend söylendi. Nefes nefese kalmıştı, zor konuşuyordu.
Fun çocuğun sorusuna sadece gülerek cevap verdi.
Kapı aniden açıldı. Arkasında kaslı, yüzünde yüzlerce, vücudunda binlerce yara bulunduran siyahi bir adam kapının arkasında duruyordu. Bir gözünün üstünde bir göz bandı vardı ve gülümsediğinde, Zend çok korktu.
"Merhaba Kyuk, nasılsın?" Fun hiç şaşırmadı ve adama doğru yürüyerek kollarını açtı, Zend Fun'un adama sarılmak istediğini düşündü. Ama adam öyle istiyor muydu? Adam Zend'in hiç beklemediği bir şekilde Fun'a sarıldı ve, "İyiyim kardeşim, sen nasılsın? Görevden dediklerine göre dönmüşsün. Ee, nasıl geçti? Başarılı mıydı?"
"Son derece başarılı bir şekilde geri döndüm kardeşim. Bu yanımdaki de başarımın kaynağı, yeni kardeşimiz Zend." Fun elini adamın omzuna attı, hasret giderir gibi bi hali vardı. "Kusura bakma Kyuk, halletmen gereken işler yeni bitti ve ancak gelebildim."
Adam önce Fun'a sorun olmadığını söyledi ve Zend'e baktı. Zend'in yüzüne baktı, hızlı nefes almaya başladı ve konuştu. "Sen..."
Zend'in kalp atışları hızlandı, adamın ona bakması onu çok korkuttu. Ama adamın elindeki yüzüğünde, Beyaz Taç armasını görünce biraz rahatladı. Sonuçta Beyaz Taç'ın içinde olan biri ona zarar vermezdi. Üstelik Fun da yanındaydı.
"Sen, göz bandı takıyorsun!" Adam bir anda bağırdı. Çok heyecanlanlı gibiydi.
Zend daha da şaşırdı ve aceleyle konuştu. Göz bandı takmasında ne sıkıntı vardı? ''E-Evet efendim, Bir sorun mu var?"
"Tabii ki bir sorun yok. Hatta bu mükemmel bir şey! Göz bandı takmanın havalılığını çözmüş biri gibi duruyorsun genç adam! Çok iyi arkadaş olacağımızdan eminim!" adam bir çırpıda hepsini söyledi.
"Havalılık mı?" Zend adamın böyle bir şey söylemesini hiç beklemiyordu. "Kusura bakmayın ama havalılık için değil, göz kapağım kötü göründüğü için takıyorum bunu. Başka bir sebebi yok."
Adamın yüzü düştü. "Ne istiyorsun lan o zaman?!" çok kaba bir şekilde sordu.
Adamın sinirlendiğini gören Zend, biraz korkarak Fun'a baktı, ama gördü ki Fun'un bir şey söylemeye niyeti yoktu. "Göz kapağımı iyileştirebilir misiniz diye soracaktım."
Adam yüzü asık bir şekilde elini Zend'in yüzüne uzattı ve Zend, yüzünün çekildiğini hissetti. Sanki yüzünü gerdiriyorlar gibiydi. Bu his onu o kadar oyalamıştı ki, gözünün önündeki beyaz ışığı bile fark etmedi.
Fun yemeğe az kaldığını söyleyerek ve Kyuk'u da davet ederek aşağı indi, Zend de onun arkasından geldi tabii.
En alt kata indiler. Fun yukarı çıkış kapısının arkasından kapıyı binanın içine doğru açtığında, Zend gördüğü manzara karşısında hayrete düştü.
0 yorum :
Yorum Gönder